KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri
KETEBE Hat Sanatı, Ünlü Hattatlar, Hat Sanatkârları ve Eserleri

Sultan Mahmud

II. Mahmud
Hattat
تاريخ الميلاد H. 1199
M. 1784-1785
تاريخ الوفاة H. 1255
M. 1839-1840
محل الميلاد İstanbul
مكان الدفن İstanbul - Fatih

الصور

نبذة عن الفنان

Sultan 1. Abdülhamîd Hân’ın oğlu olarak H. 14 Ramazân 1199/M. 20 Temmuz 1785 gecesi Topkapı Sarayı’nda dünyaya geldi. Amcası Sultan 3. Selim sayesinde fevkalade bir tahsil gördü. Alemdâr Mustafa Paşa’nın İstanbul’a gelerek, Sultan Mustafa Han-ı Râbi’yi hâl’etmesi ile H. 4 Cemâziye’l-âhir 1223/M. 28 Temmuz 1808 tarihinde cülûs eyledi. Ancak cülûsundan vefâtına kadar türlü gâ’ilelerle uğraşmak mecburiyetinde kaldı. Uzun zamandan beri devam eden Rus muhârebeleri ve hâricî etkilerle ortaya çıkan dâhilî isyanlarla zor zamanlar geçirdi. Buna rağmen, devletin ıslâhı için gâyet cesur hamlelerde bulunarak, büyük bir azîm ve gayret ile devleti ma’mur ve bayındır kılacak tedbirler almaktan geri durmadı. Siyâsi meselelere ve dâhili sıkıntılara büyük bir akl-ı selîmle yaklaşarak, Rumeli’nde, Anadolu’da ve Arabistan’da saltanât sevdâsına düşen a’yânları dize getirdi. Artık tahammülleri zorlayan keyfî hareketleri ile devletin ve halkın başına belâ olan Yeniçeri Ocağı’nı söndürdü. Ocağın ortadan kaldırılmasını takiben Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’yi kurarak, kavânîn-i askeriyyeyi batılı anlamda yeniden tertib etti. Avrupa’daki resmî meclisleri örnek alarak Dâr-ı Şûrây-ı Bâb-ı Âlî, Meclis-i Vâlâ, Ahkâm-ı Adliyye ve Şûrây-ı Askeriyye gibi kurumlar kurarak, devlet işlerinin tetkîk ve müzâkeresine nizam getirmeye çalıştı. Büyük devletlerde olup bitenleri takip etmek için elçiler ta’yin ettiği gibi, Avrupa’dan mu’allimler ve mühendisler getirterek tıbbiye, harbiye ve bahriye mekteblerini, Avrupa’daki mu’adillerine göre yeniden teşkilâtlandırdı.

Bilhassa pây-i tahtın imârına büyük alâka gösteren Sultan Mahmud, İstanbul ile Galata arasındaki irtibâtı sağlayan Galata Köprüsü ile şehrin başına belâ olan yangınların gözetlendiği Bayezid Kulesi gibi iki büyük yâdigâr bıraktı. Kendisi ve vâlidesi nâmına büyük bendler ve suyolları inşâ ettirerek, İstanbul’un su sorununa çözüm bulmaya çalıştığı gibi, ashâb-ı kirâmın metrûk hâle gelen türbeleriyle tamire muhtaç tekâyâyı ihyâ eyleyerek, şehrin imârına büyük hizmetlerde bulundu. Ancak dâhilî ve hâricî te'sirlerle şişirilen Mısır meselesi ile patlak veren Kavalalı Mehmed Alî Paşa isyânının, kısa zamanda devletin mevcûdiyetini tehlikeye sokmasından müte’essiren vereme yakalanır. Tebdîl-i hava için gittiği kızkardeşi Esmâ Sultan’ın Çamlıca civârındaki kasrında, H. 19 Rebi’ü’l-âhir 1255/M. 1 Temmuz 1839 tarihinde vefât eder. Esmâ Sultan’ın Çemberlitaş’taki sarayının bahçesine defnedilen na’şı üzerine daha sonra türbesi inşa edilmiştir.

أعماله

الأساتذة

Kebecizâde Mehmed Vasfî Efendi
الأقلام الستة
H. 1222 / M. 1807-1808
مصطفى راقم أفندي
الثلث الجلي

Ketebe.org İsmail Orman

Nakşibendî Târikatı’nın müntesiblerinden, musâllî ve müttekî bir pâdîşâh-ı dil-âgâh" olmakla beraber, sadece bir erkek evlâdı olması nedeniyle husûsî dâ’iresine nüfûz eden habislerin teşvîklerine kapılarak işrete yöneldiği ve bu nedenle vücûdunun zayıf düştüğü iddia edilmektedir. Bu durum son zamanlarında muvâzenesini tümüyle bozmuş, en büyük meziyeti olan akl-ı selîmden uzaklaşmasına sebebiyet vermişti. 

Böyle olmakla beraber vefât haberi halk arasında fevkalâde te’essür yaratmış ve cenâzesinin intikali esnâsında kemâl-i şiddetle feryâd ü figân edilmişti. Hatta doğa bile buna eşlik etmiş, Esmâ Sultan’ın Çemberlitaş’taki sarayının arsasına yapılan defin işlemi, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur eşliğinde gerçekleştirilmişti. Meçhul bir şâ’ir vefâtına şu tarihi düşmüştür:

Hân-ı Mahmûd’a makām ola makām-ı Mahmûd

Vak'a-nüvis Lûtfî Efendi, meşhur eserinde onun evsâfını: 

Zamânında bulunan müdebbirân-ı umûrun birincisi idi. Vükelâsının müteferrikan ve müctemi’an günlerce düşünüp kararına çalışdıkları umûr hakkında meşhûd olan sür‘at-i intikal ve kendi kalemleri ile her bir ma’rûzâta yazdıkları re’ylerinde görülen sıhhât ve isâbet-i efkâr ve mekal, hayret-efzây-ı ukûl-i ricâldir. 

şeklinde özetlemektedir. 

Portresini yaptırıp devlet devâ’irine astırdığından, fiziksel özellikleri hakkında mufassâl bilgimiz bulunmakta, ayrıca Ahmed Atâ Bey de, Leta’if-i Enderûn adlı eserinde onu “vechi müdevver, lihyesi siyâh ve endâmı matbu” olarak tarif etmektedir. Ayrıca “birçok ilimde â'rif ve özellikle fenn-i hat ü imlâ ve ilm-i şi’ir ü inşâya vâkıf ve binicilikde de mâhir” olduğunu yazmaktadır. Aşağıdaki ebyât eş‘arına numunedir:

Hak bilir istemezim kimseye renc ü bühtân

Ne idi cürmüm ey â cerh-i neyi geç devrân

Gâm değil bilmez ise derd-i derûnum yârân

Fehmeder niyetini kalbimin ehl-i irfân

Bana yâran değil belki bu devrân ağlar

“Adliyâ” ah! ede gör geldi firâk eyyâmı

Kalmadı ağlamadık gûş eden ol âlâmı

Şerbet-i câm-ı şehâdetden içüb gülfâmı

Derd ile rûyine bakdıkça senin “İlhâmî”

Gerçi handân olur amma ciğeri kan ağlar.

"Adliyâ" mahlâsı ile kaleme aldığı bu satırlarla derdine tercemân olmaya çalıştığı “İlhâmî”, şehzâdeliği esnâsında kendisinden sevgi ve alâkasına esirgememiş olan Sultan Selîm Hân-ı Sâlis’ten başkası değildir. Onun sâyesinde oldukça iyi bir eğitim almış olan Sultan Mahmud, hatta bizzat ondan musıkî ve edebiyât dersleri dahi görmüştü. Ayrıca Arapça ve Farsça öğrenmiş, dönemin nâmlı hattatlarından biri olan Kebecizade Mehmed Vasfi Efendi'den de aklâm-ı sitte meşketmişti.

Ancak herhalde dönemin karışık ortamında alınmış bir güvenlik önleminin sonucu olarak mektup usûlüyle gerçekleştirilmiş olan bu meşk H. 1222/M. 1807 senesinde nihâyet bulmuş ve yazdığı hilye-i şerîfedeki “hatt-ı latîf ve kelâm-ı münîf” ile “Hazret-i Şeyh ibni’ş-Şeyh Hamdullah Efendi’nin intihâb etdiği kavâ’id-i rüsûma” hâ’iz olduğunu göstermesi üzerine icâzet almıştır. Hattat Necmeddîn Okyay’ın terekesinden çıkan bu hilye-i şerîfe, bugün Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. (Güzel Yazılar, nr.1353).

Cülûsuna kadar iki mushâf-ı şerîf tahrîr eylediği rivâyet edilen Sultan Mahmud, bundan sonra da yazıyla alâkasını kesmemiş ve Kebecizâde Mehmed Vasfî Efendi’den bu kere vicâhen müstefiz olduğu gibi diğer hattatlarla da istişârelerde bulunarak, hüsn-i hattaki mahâretini arttırmaya çalışmıştır. Ancak hat san‘atındaki gerçek kimliğini, uzun müddet sohbetinde bulunan Mustafa Râkım Efendi sâyesinde bulmuştur.

Nitekim H. 1231/M. 1815-1816 senesinde hocası Kebecizâde Mehmed Vasfî Efendi’yi Hacc'a göndererek, bir nev’i emekliye ayıran Sultan Mahmud, bundan sonra tam anlamıyla Mustafa Râkım Efendi’nin yoluna girmiş ve hocasına bî-hakkın lâyık olduğuna delâlet eden âsâra imza atarak, Türk hattatları arasında müstesna bir mevki'e ulaşmıştır.

Türlü sıkıntıya katlandığı devlet işlerinden uzaklaşmak için olsa gerek, hüsn-i hatla ziyâdesiyle ilgilenmiş olan Sultan Mahmud, yazdığı levhâları tezhibleterek Süleymaniye, Ayasofya, Bayezid ve Aksaray Vâlide camilerine vakfetmiştir. Ayrıca Bursa Ulu Cami'nde de bir levhâsı bulunmakta olup âsârının cümlesi altmış kıt'a kadardır. Bunlardan bazıları malakâri denilen teknikle alçı üzerine kabartma olarak işlenmiş olup gerçekten görülmeye sezâdır.

Öte yandan Mustafa Râkım ile şâkirdinin yazıları arasındaki benzerliği, Sultan Mahmud’un yazdığı celî levhâların hocası tarafından tashîh edilmiş olduğunun delîli sayarak, "meş'um rivâyetin" doğruluğunu ispât ettiklerini zannedenler de bulunmaktadır. Her hoca gibi Mustafa Râkım’ın da şâkirdinin hattını kalem-i tashîhinden geçirdiği muhakkaktır. Ancak bu tashîhin yazının evsâfını tümüyle değiştirecek tarzda bir katkı olduğunu iddia etmek, gerçekten kabiliyetli bir hattat olan Sultan Mahmud Hân’a haksızlık olur.

Nitekim hâlen Topkapı Sarayı'nda bulunan tashîhsiz elvâh-ı celîlesinden, “Râkım-ı sânî” denilebilecek derecede kudretli bir kaleme sahip olduğu anlaşılan Sultan Mahmud, kelimenin tam anlamıyla "hattın sultanı" ünvânına lâyıktır. Ayrıca o sâdece hüsn-i hatta ibrâz-ı mahâretle kalmamış, aynı zamanda yazının halk nazarında da mu'teber bir nesne olmasına ve memleketin dört bir yanına gönderdiği usta hattatlarla, en ücrâ beldelerde dahi gelişmesine hizmet etmiştir.