يحيى حلمي أفندي
الصور
نبذة عن الفنان
يحيى حلمي أفندي
أعماله
الأساتذة
التلامذة
Ketebe.org İsmail Orman
Hüsn-i hatta henüz sıbyân mektebinde iken Mehmed Hâşim Efendi’den sülüs ve nesih meşkiyle başlamış olan Yahya Hilmî Efendi, kendisindeki istidâdı gören hocasının son zamanlarına kadar, hasta yatağında dahi olsa meşke devam etmişti. Ancak Hâşim Efendi’nin oniki yaşında iken vefâtı üzerine meşkini Dârü’t-tıba’âtü’l-â’mire musahhihi Halîl Zühdî Efendi’den ikmâl ve yazdığı hilye-i sa’adet ile H. 13 Cum‘ade’l-âhire 1263/M. 29 Mayıs 1847 tarihinde icâzet almıştır.
Bilhassa nesihte fevkalade kudretli bir hattat olan Yahya Hilmî Efendi’nin ismi, dönemin iki büyük nesih üstâdı olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve Şevkî Efendi’den sonra anılmaktadır. Onların günümüze kadar etkisini korumayı başarmış üslûbu karşısında, kendine has latîf şîvesiyle dikkati çeken Yahya Hilmî Efendi’nin, hatt-ı nesihle 25 kadar mushâf-ı şerîf ile müte’addid En‘âm-ı Şerîf ve Delâ’ilü’l-hayrât yazdığı menkûldür.
Mushâflarından üçü hâlen Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi ve Sakıp Sabancı Müzesi’nde bulunmakta olup ikmâline muvaffâk olduğu, Şeyh Hamdullah merhûmun İbrahim Sûresi’ne kadar yazabildiği büyük kıt‘a mushâf-ı şerîfi de Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndedir. Evâhir-i hâlinde Ser-asker Rızâ Paşa için yazmağa başladığı mushâf-ı şerîfin 21. cüz’ünden sonrasını ikmâle ömrü vefâ etmemiş, mezkûr eser bilâhare Re’fet Efendi tarafından itmâm edilmiştir.
Bunların hâricinde müze ve koleksiyonlarda bir hayli hilye-i sa’adet, levhâ ve murakka’ına tesâdüf edilen Yahya Hilmî Efendi’nin seri’ü’l-kalem bir hattat olduğu bilinmektedir. Sür‘at-i kalemiyesini îzâh için de, annesini Hac’ca götürebilmek için Ramazân-ı Şerîf ayı içinde bir mushâf-ı şerîf ikmâl etmiş olduğu hikâyesi anlatılır. Buna mukabil son zamanlarında kalemi bir hayli yavaşlamış ve nefâsetini de yitirmişti. Zirâ yaşlılığı nedeniyle bir hayli zorlandığını itirâf ettiği bu dönemdeki eserlerinde daha ziyâde kalın nesihi kullanmıştı.
Kadıköy Caferağa’daki H. 1105/M. 1694 tarihli Sürmeli Alî Paşa Çeşmesi için tecdîden yazmış olduğu kitâbe dışında celî sülüsle eser vermemiş olan Yahya Hilmî Efendi, sülüs ve celîsinde, nesihte ibrâz ettiği kudretin uzağındadır.
Yahya Hilmî Efendi’nin ömrü boyunca ikamet etmiş olduğu, babasından intikal eden Süleymaniye’deki aşı boyalı evi torunu Güzin Duran’a miras kalmış ve kendisi gibi ressam olan eşi Feyhaman Duran ile birlikte senelerce burada yaşamıştı. Onun ölümünden sonra eşi tarafından İstanbul Üniversitesi’ne bağışlanmış olan bu ev, senelerce bakımsız hâlde kaldıktan sonra restore edilerek müze hâline getirilmiş olup kimisi Yahya Hilmî Efendi’ye ait tarihî eşya, levhâ ve tabloların muhâfaza edildiği, Osmanlı döneminin tipik bir hattat evi olarak hüsn-i hat meraklılarının ilgisini çekmektedir.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Sikkezenbaşı Mehmed Hâşim Efendi’den ve
bi’l-âhare Halîl Zühdî Efendi’den[1]
sülüs ve nesih te’allüm etdi. Oğlu Nâ’im Bey’in ifâdesine göre, Hâşim Efendi,
Yahyâ’nın yazıdaki istidâdını takdir etdiğinden son zemanında haste olarak
yatarken, hıdmetçilerine “Yanıma kimseyi sokmayınız. Bir sarı çocuk var, o
geldiği vakt yanıma getiriniz.” der ve
haste olduğu hâlde ona yazı meşk edermiş.
…
Me’muriyet mahâllinde edâ-yı salât etdiği esnâda vücûduna
felç gelerek araba ile Bozdoğan Kemeri’ndeki hânesine götürüldü. Tedâvi
olunarak hasteliği biraz hafifledi. Yazı yazmak isteyüb muktedir olmadığını
görünce kalem, kāğad elinden düşdü. Az zeman sonra hasteliği iştidâd etdi. 17
Şevval 1325 [23 Aralık 1907–10 Teşrin-i Sânî 1323]’de sabaha karşı vefât etdi.
Süleymâniyye Cami’ hazîresine defnolundu.
Orta boylu, vücûdu enli, sarıdan mübeddel beyaz sakallı,
güzel yüzlü, müttekî, mü’eddeb, mütevazı ve dil-nevaz idi.
Sülüsde, bi’l-hassa nesihde üstâd-ı kâmil idi. Müte’addid
mushâf-ı şerîf, en’am, delâ’ilü’l-hayrât, hilye-i se’adet, elvâh ve murakkā’at
yazmışdır. Vefâtından üç sene evvel 17 Şevval 1322[25 Aralık 1904]’de evinde
görüşdüğümüz sırada dedi ki:
Bâb-ı Seraskerî’ye duhûl
edeli 58 sene oldu. Fâsılasız hıdmet etdim. Buna mukābil bir yâdigâr bırakmak
İstedim. Hindistan’dan kâğad getirtdim. Birbuçuk senede şu mushâf-ı şerîfi
yazdım. [Birkaç cüzünü gösterdi. Kalın nesihle yazılmışdı. Hâme-i Yahyâ, hatt-ı
nesihi ihyâ etmişdi.] Kâğadçılar Kethüdâsı Hacı Ahmed Efendi 17 liraya tezhib
etmekdedir. Hitâmında Bâb-ı Seraskerî’deki cami’-i şerîfe vaz’edeceğim.
Okuyanlar belki rûhuma bir Fâtihâ ihdâ ederler.[2]
İnsan, altmış yaşına geldikden sonra yazı yazamıyor. Bu mushâfı kalınca yazdım.
Çünki ince yazamıyorum. Benden yazı istemiyenlere müddet-i ömrümde yazmadım,
isteyenlere memnuniyetle yazdım,[3]
Bu ana kadar 25[4] mushâf
tahririne müveffâk oldum.
Şeyh Hamdullah merhûmun,
Sûre-i İbrahim’in başından iki sahifesine kadar yazdığı büyük kıt’adaki
mushâf-ı şerîfi, Dîvân-ı Hümâyûn beylikciliği kisedârı Zîver Efendi’nin teşviki
ile 1289[1872]’de ikmâl etmiş ve hatimeye Mustafa İzzet Efendi, Hulûsî ve Şevkî efendiler taraflarından
yazılan fıkralarla şeyhin yazısı olduğu tasdik edilmişdir. Şeyhü’l-islâm
Cemâleddîn Efendi’ye intikāl eden bu mushâf-ı şerîf, küçük oğlu müteveffâ
Muhtar Bey’in vasiyeti mucibince veresesi tarafından Türk ve İslâm Eserleri
Müzesi’ne ihdâ edilmişdir.[5]
Akrabasından bulunduğum Sadr-ı esbâk Yusuf Kâmil Paşa
merhûmun halîle-i muhsinesi sahibetü’l-hayrât Prenses Zeyneb Hanım Efendi
merhûme içün yazdırılan ve Hacı Ahmed Efendi’ye tezhib etdirilen
delâ’ilü’l-hayrât[6] nüshâ-i
bedi’âsı ile bir hilye-i şerîfe ve bir levhâ-i latîfe, yazı koleksiyonumda
mevcûtdur.
Sür’at-i kalemiyyesi hattatîn arasında meşhurdur.
Reisü’l-hattatîn Kâmil Efendi’ye bi’l-münâsebe
demişdir ki:
Hicaz’a azîmet edeceğim
sırada vâlidem beraber götürülmesi içün ısrar etdi. İkimize kifâyet edecek
param yoktu. Remezân-ı Şerîf’de bir cüz’ün yarısını gündüz, yarısını gece
yazarak bayrama kadar bir mushâf-ı şerîf tahririne müveffâk oldum. Vâlideye
verdim. Erbâb-ı servetden bir zâta götürdü. 7500 guruş getirdi. O para ile
ifâ-yı Hac etdi.
Bu fıkra, kaleminin sür’atine mübârek bir delîl ve o para, hac bedelinin kıymet-i mâneviyesine burhân-ı celîldir. Rahmetullahi-aleyh
[1] 1279[1862-1863]’da yazdığı hilye-i şerîfede ibtidâ
Mehmed Hâşim’den, bi’l-âhare Dârü’t-taba’at-ı Âmire musahhihi Halîl Zühdî’den
telemmüzîn-i tasrih eylemişdir. Zühdî 13 Cumade’l-âhire 1263[29 Mayıs 1847]’de
icâzet vermişdir. İcâzetnâmede Mekteb-i Me’arif-i Adliyye sülüs hocası Halîl Şükrî’nin
imzası vardır. Diğer ketebe kıtasında İbrahim Sükûtî damadının tilâmizinden Hüseyinü’l-Lûtfî “1262” ve Ahmed Zihnî ibn-i Abdülvehhab ve tilmizi Mehmedü’l-vasfî “1263” imzaları vardır.
[2] “Bu
mushafı cami’e koymağa müse’ade ederler mi?”
diye Mektubî Süreyya Bey’e söyledim. O da Serasker Rızâ Paşa’ya söylemiş,
me’a’l-memnuniyye koymuşlar. Serasker “Acaba benim içün de bir mushâf
yazar mı?” dediğinden yazmağa başlayub
bitiremeden vefât etmişdir.
Vefâtında
İkdâm Gazetesi’ne yazılan fıkrada “Son
eseri olan ve her gün bir sahifesini yazmak sûretiyle itmâmına çalışdığı büyük
kıt’ada bir kelâm-ı kādîm 21. cüz’de kalmışdır.” deniliyor. Bunun
alt tarafını Ahmed Re’fet Efendi yazub
Serasker’e verilmişdir.
[3] Tertib etdiğim
Hutut-ı Meşâhir Mecmu’ası’nı bir sabah
evine götürüp bir-iki satır yazmasını recâ etdim. Derhâl – ince sülüsle
– Arebce bir kıt’a yazdı.
[4] İkdâm’daki fıkrada
30 mushâf yazdığı beyân edilmiş ise de, kendi ağzından işitilen elbetde daha doğrudur.
[5] Türk ve İslam
Eserleri Müzesi, no. 3907.
[6] Nümûne
olarak dercedildi.