Müşerref Çelebi
نبذة عن الفنان
Birinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü 1915 yılında, Konya’nın Kadınhanı ilçesinde dünyaya geldi. Büyük dedesi “Seyyidü’l-Muhaddisîn”ünvanlı, ezberinde kırk bin hadîs-i şerîf olan, beş mushaf yazmış Ahmed Kudsî Efendi’dir. Dedesi Mehmed Hulûsî Efendi ise, hâfızlara husûsî bir muhabbet besleyen sâlih bir kimsedir. Müşerref Hanım, tasavvuf ehli, ilim ve hayır işlerine düşkün,islâmî hizmetlere gönül vermiş, ticâretle uğraşan Topbaş ailesine mensuptur. Babası Ahmed Hamdi Topbaş, annesi Âdile Hanım’dır. Son dönem ârif ve âlimlerinden merhum Mûsâ Topbaş Efendi ve merhum Muammer Topbaş bey, ana-baba bir erkek kardeşleridir.
İki yaşındayken âile Konya’dan Mercan’a (Beyazıd) hicret eder. O dönemde İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak zor günler yaşamaktadır. Millî Mücâdele’nin devam ettiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda Müşerref Hanım, sekiz yaşındadır. 1920’li yılların başından itibaren Erenköy’e taşınırlar. Burada mutlu bir çocukluk geçirir. Babası Ahmed Hamdi Bey, evlatlarına Kur’ân-ı Kerîm öğretmek için evine aldığı bir hâfızı, çevresine “Bahçıvan” olarak tanıtmak mecburiyetinde kalır. Çünkü 1930lar, din eğitiminin yasaklandığı ve talip olanların takibe alınıp cezalandırıldığı yıllardır.
Aile içinden genç kız Müşerref’in dest-i izdivacınatâlip olanları babası reddetmiş fakat çok geçmeden kerîmesini, Isparta eşrâfından kumaş tâciri Nazif Çelebi’ye vermiştir. 1934’te evlenirler ve kalabalık bir konağa gelin gider. Kayınpederi, Medine’ye kütüphâne müderrisi olarak tayin edilmiş, bir müddet sonra da orada vefât ederek Cennetu’l-Baki kabristanına defnedilmiştir.
İlk bebeği Nûri, 33 günlükken zatürre olur ve hayata gözlerini yumar. Yaşadığı bu ızdırabı hafifletmek için hâfız olmaya karar verir. Üç yıl içinde, kucağında üç çocuğu olduğu hâlde hıfzını tamamlar. Bu durum, Kur’ân-ı Kerîm’i çok seven babası Ahmed Hamdi Bey’e de büyük bir sürpriz olur. Haberi aldığında uyuyamaz, sabah olunca ablalarına koşarak kızı hakkındaki iftihar ve mutluluğunu dile getirir. En kısa zamanda Süleymaniye Câmii’nde bir hâfızlıkcemiyeti tertiplenir. Üzüntü ile sarıldığı Kur’ân-ı Kerîm, ona “hamele-i Kur’ân” tâcını giydirmiştir.
Müşerref Hanım’ın Nazif Bey’le evliliğinden beş kız, iki erkek evlâdı dünyaya gelir.
Nazif Çelebi, mütedeyyin, Türk örf ve âdetlerini hayatına tatbik etmekte titiz bir insandır. İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularından, İşletme Fakültesi mezunu ve frankofondur. Unutulmaya yüz tutmuş Osmanlıca ve Hat Sanatı’nı canlandırmak için elinden geleni yapmış, ailesini ve çevresindeki gençleri bu konuda teşvik etmiştir. Müşerref Hanım da, beyinin gayretlerine elinden gelen katkıda bulunur, ilkokul mezunu olmasına rağmen Osmanlıca dersler verir, günlük tutar, atlas incelemeyi sever, roman okumadan uyumaz, kardeş ve kızlarını şehir tiyatrolarına götürür.
Nazif Bey’in hat sanatına olan merakı sebebiyle, meşhur üstadlardan Halim Özyazıcı, 1952 yılı Ekim ayından itibaren, konaklarına gelip gitmeye ve aile bireylerinden gönüllülere ders vermeye başlar. Müşerref Hanım, bu esnada 45 yaşındadır. Kızları Nükhet, Güzide, Melike, Sütude, Nuriye ve gelinleri Mesude Hanım onunla birlikte hat meşkine başlarlar. Hattat Halim Bey, güler yüzlü, şakacı, samimi ve derslerine itina gösteren bir hocadır. 1964 yılında, Halim Özyazıcı’nın elim bir trafik kazası ile vefâtının ardından dersleri, Hattat Hamid Aytaç devam ettirmiştir. Müşerref Hanım, ömrü boyunca şiar edindiği tevâzuyu bu konuda da göstererek büyük dedesi Ahmet Kutsi Efendi’den intikal eden genleriyle hattat vasfını bir gün bile kendisi için kullanmamış fakat hocasının izniyle meşke başlayarak seksen altı yaşına kadar yazmayı ve ders vermeyi sürdürmüştür. İcâzeti olmamakla beraber, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal’ın “Son Hattatlar” adlı eserinde zikredilmiş, eserlerinden örnekler verilerek çalışmaları takdir edilmiştir.
Hattat Hilâl Kazan, Nermin Şişmanoğlu, Zeynep Sevsevil ve yeğeni Sâre Çizmecioğlu onun tedrisatında yetişmişlerdir.
Nazif Bey’in konak içinde kurdurduğu zil sistemi sâyesinde, ev ahâlisi erkenden uyanır, büyük çocuklar babalarıyla sabah namazına Süleymaniye Câmii’ne giderler, eve döndüklerinde, hazırlanmış kahvaltı sofrası ve sobanın üzerinde kızartılmış ekmeklerle karşılanırlardı. Müşerref Hanım, insanları seven, misafirperver kişiliğiyle eşinin haberli habersiz getirdiği üniversite öğrencilerine, Süleymaniye Câmii’ni gezmeye gelen turistlere dahi özveriyle hizmet ve ikramda bulunurdu.Ramazanlarda konağa kamyonetle erzak gelir, her gün iki-üç yatılı misafir olurdu. Müşerref Hanım özenle sahur yemeği hazırlar yine Ramazan aylarında hâssaten iki hatim indirirdi. Eşinin iş hayatına da evden yardımcı olur, bazen sabahlara kadar çalışarak muhâsebesini tutar, titizliğine rağmen bir dediğini iki etmezdi. Kendini insanların ve Kur’ân-ı Kerîm’in hizmetine vakfetmiş bir insandı.
Müşerref Hanım, Mehmed Zahid Koktu Hazretlerine intisab etmesi ve İzmirli Zehra Hanım ile tanışmasından sonra daha mazbut ve münzevî bir hayatı tercih etti. “Ahiret kardeşim” dediği Zehra Hanım, Bediüzzaman’ın öğrencilerindendi. On yıl gibi uzun bir süre, Müşerref Hanım’la beraber bu konakta kaldı. Bazen gece yarılarında başlayan sohbet ve ibâdetleri, sabahlara kadar sürer, üç öğün ahiretliğinin odasına yemek taşırdı. Zehra Hanım’la olan mânevî ahbaplıkları, Müşerref Hanım’ı çok yönlü şekillendirdi. Bütün ziynet ve takılarını etrafındaki gariplere dağıttı. Sade bir kisveye büründü.Yirmi yedi sene boyunca, üç ayların tamamını oruçlu olarak geçirdi. Yatağında uyumaz, evin girişindeki küçük odada seccadesine kıvrılır, ağlayarak Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve zikrederdi.
Süleymaniye’de bugün Suffa Vakfı’na âit olan konakta, Çelebi’lerin toplantı ve sohbetlerine, devrin ileri gelen ilim, fikir, sanat ve siyâset erbâbı iştiyakla katılırdı. İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Sabahaddin Zaim, Fatin Rüşdü Zorlu, Ömer Nasuhi Bilmen, Şeref Güzelyazıcı, Hasan Polatkan, Celal Bayar, Necmeddin Erbakan, Hasan Basri Çantay, Celaleddin Ökten, İ. Hami Danişmend, Orgeneral Nurettin Baransel ilk akla gelenlerdir.
Her şeyin fânî olduğu bu dünyada, Çelebi âilesinin işlerinin bozulmasıyla güzel günler sona erer, o hareketli, canlı, kalabalık ev derin bir sessizliğe gömülür. Kalem gıcırtıları duyulmaz olur. Müşerref Hanım’ın imtihanları, bununla da sınırlı kalmaz. Çocuklarının boşanmaları, 1977 yılında konaktan ayrılmak zorunda kalmaları, onu ve Nazif Bey’i derinden sarsar. Konağa ait eşyaların Haseki’deki eve sığmaması sebebiyle elden çıkartılması âile fertlerini hüzne boğar.
Nazif Bey, şeker hastasıdır. 1988 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşur. Âile, bunun üzerine Müşerref Hanım’ın çocukluk günlerinin geçtiği Erenköy’e taşınır. Cumhuriyet döneminin ilk kadın hattatı olan Müşerref Hanım eli kalem tuttuğu müddetçe yazar ve ders verir. Sayılamayacak kadar güzel vasfını ve hat bayrağını sevdiklerine, öğrencilerine miras bırakarak 2007’de, 92 yaşında vefat eder.
Ruhu şâd olsun. Cenâb-ı Hak, mekânını cennet eylesin…
Sare Çizmecioğlu