Çırçırlı Ali Efendi
HaydarlıPhotos
About Artist
İstanbul’da ikamet ettiği yere nispetle “Çırçırlı” ve “Haydarlı” nâmları ile anılan Alî Efendi’nin asıl ismi Mehmed Alî’dir. Celî sülüste son derece kudretli hattatlarından biri olmakla beraber, hayatı hakkında çok az bilgi vardır. Mâliye Nezâreti’nde Muhâsebât-ı Atika Vâridât Kalemi’nin hulefalarından iken Deva’ir-i Merkezî kâtibinin muavinliğine tayin edilmiş ve buradan emekliye sevkedilmiştir. Merdüm-giriz ve derviş-meşrep karakterli olduğundan evlenmemiş, son zamanlarında geçim sıkıntısına düşünce Üsküdar’da Yeni Cami civârında küçük bir bekar odasına yerleşmişken, müntesiblerinden olduğu Şa’bâniye Târikatı şeyhlerinden Necib Efendi’nin mahdumu Fahreddîn Efendi’nin daveti üzerine yerleştiği Aksaray’daki dergâhta, H. 30 Rebi’ü’l-evvel 1320/M. 7 Temmuz 1902 tarihinde vefât etmiştir. Vasiyeti üzerine Karacaahmet Mezarlığı’nda, Tunusbağı’ndan Karaca Ahmed Türbesi’ne giden caddenin sol tarafına defnedilmiştir.
Contributions
Masters
Ketebe.org İsmail Orman
Hüsn-i hattı Şefîk Bey’den meşketmiş ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den de istifade ile celi sülüste zamanın önde gelenlei aasına girmiştir. Bilhassa oluşturduğu terkib ve tertiblerle dikkati çeken Çırçırlı Alî Efendi’nin “Rabbiyessir” istifini gören Kazasker Efendi’nin, hocası nezdinde onu övüp takdir ettiği dahi nakledilmektedir.
Öte yandan onunla anlaşamayan Sâmî Efendi dahi, hüsn-i hattaki kudretini itiraf etmekten çekinmemiş, bir gün çırağı Hatib Ömer Vasfî Efendi ile birlikte Saraçhâne’deki cami’in önünden geçerken, kapı üzerindeki yazısını işaret ederek: “Herif ustadır. Hele şu yazıya bak. Sakın bir şeyine itiraz etme. O, senin gibi ikide bir yalayub yazanlardan değildir.” demiştir.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Abadan cübbe giyer, kaleme geldikçe cübbeyi papuccuya bırakub cübbenin altındaki alaturka setre ile kaleme girerdi. Bi’l-âhare tekā’üt edildi. Sarıdan dönmüş beyaz ve büyük bıyıklı, mavi gözlü, bekâr idi. Pek temiz, titiz, derviş-meşreb ve hüsn-i ahlâk sahibi idi.
...
Şeyh Necib Efendi’nin vefâtında dergâhın meşihâtını elde eden küçük oğlu Fahreddîn Efendi’den, Alî Efendi hakkındaki ma’lûmâtını sormuşdum. 30 Mart 1929 tarihinde yazdığı verakāda diyor ki:
...Alî Efendi merhûmun me’mur olduğu kaleme devam etdiğimden etvâr-ı edibânesine baktıkca meftun olurdum. Vakt buldukça yanına sokularak ahlâken ve san’aten müstefid olmak isterdim. Ziyâret etmek maksadı ile bir gün ikâmetgâhını sordum. Üsküdar’da Yeni Cami’ civârında bir dükkânın üstünde küçük bir odada müsteciren ikâmet eylediğini öğrendim. Böyle yaşlı bir zâtın her türlü mu’inden mahrum olarak yalnız başına kalmasına te’essüf etdim. Pederimin te’sis etdiği Aksaray’da Bostancıbaşı Abdullah Ağa Mahâllesi’nin İmam Sokağı’ndaki dergâhımıza nakletmesini – ellerini öperek – recâ etdim. Kemâl-i nezâketle “Buradaki mehâbbet-i samimiyye ile iktifâ edelim. İnsan yâr olmalıdır, bar olmamalıdır!” cevâbını verdi. Musırrâne istirhâmım üzerine dergâha gelmeyi kābûl etdi. Pederimin selâmlıkda ihtiyâr-ı uzlet eylediği hücreyi tahsis etdim. Hıdmetinde kusur etmemeğe çalışdım. Beni ve pederimin muhiblerini hüsn-i hâl ve irfânı ile mesrûr ve müstefid etdi. Bu eyyâm-ı mes’ude, dokuz-on aya münhasır kaldı. Birkaç gün rahatsızlık emâresi göstererek vefât etdi. Vasîyeti mucibince Karacaahmed Kabristanı’na defnolundu. Bir gece sonra – rûhunu şâd etmek içün – dergâhda tilâvet-i Kur’an ve ezkâr-ı Yezdân ile meşgûl olduğumuz sırada hünkâr yâverlerine mahsus forma-yı libâs bir zât ile bir zâbit gelüb halka-i zikrin kenarına dâhil oldular. Mukābele bitdikden sonra hücre-i ihvânda oturulurken o zât, merhûmun küçük kardeşi İsmâ’il Hakkî Paşa olduğunu söyledi. Kardeşinin hıdmetinde bulunduğumdan dolayı beni taltif etdi. Biz de mevcût ihvânla vazife-i tâziyeti ifâ etdik. Âhiren o zât ile de te’sis-i muhâbbet edildi. Bir müddet sonra vefât etdi. Kardeşinin yanına defnolundu.[1] Alî Efendi merhûm, san’at-ı hatda mümtâz bir mevki’-i âl ü lâl ihrâz etmişdi. Kalemde işden boş kaldıkça yazı resmetmek, istif yapmak ve kendi yazılarını tashih etmek ile meşgûl olur, etliye sütlüye karışmaz, kendinden bir şey sorulsa gâyet kısa cevâb ile iktifâ eder, kimseyi incitmez bir merd-i melek-siret idi.”
Yılan gibi kimseye sokulmaz, kimseyi aldırmaz olduğunu anlatmak istedi. Alî Efendi de ondan hoşlanmazdı, “O müstehzî bir adamdır. Herkese bir kulp takar.” derdi.
Her hattatı, her yazıyı
beğenmiyen Sâmî Efendi gibi bir üstâd-ı kâmilin “ustadır” diye takdir ve tevkir etdiği bir zâtın yazıcılıkdaki
kemâlini izâha lüzûm yokdur.
[1] Karadeniz muhafızlığından mütekā’id ferik idi. 16 Mayıs 1912 [29 Cumade’l-ûlâ 1330]’da vefât etdi. Gazetede Sütlüce Kabristanı’na defnedildiği gösterilmişdir. Târikāt-ı Nakşibendiyye müntesiblerindendi.