MAHMUD JALALUDDIN EFENDI
Photos
About Artist
He was the son of Sheikh Muhammad Nakshibendi and was born in Dagestan. Some researchers claim that he was born around AH. 1163/ AD. 1750 and his father's name was Abdullah. He migrated with his father to Istanbul and settled in the Sheikh Murad-i Bukhari Dergah (i.e., Sufi lodge) in Eyup Nisanca. Due to his interest in calligraphy, he took lessons on the "aqlam-i sitta" (i.e., the six scripts) from Ak Molla Omer Efendi, who was a regular at the Dergah. He also benefited from Sheikh Abdullatif Efendi.
Later, when he applied to Yamakzade Salih Efendi, he was rejected due to his character of not bowing to anyone and his extremely ambitious attitude. When he was also turned away by Konyali Abu Bakir Rashid Efendi with the response, "Good writing is accomplished by writing a lot," he improved his writing through perseverance and effort by utilizing the works of Sheikh Hamdullah and Hafiz Osman. During this period of search, he used the pen name "Mahmudul Mavdud," (i.e., Mahmud the beloved) which was mentioned by Uğur Derman.
Mahmud Jalaluddin Efendi lived a life as a dervish and did not hold any official positions, relying entirely on writing for his livelihood. In fact, he received thirty silver coins per day for the panels he presented in the Dhu al-Qadah month of 1223. The claim that he was the Rumeli Kazasker (judge of Rumeli) cannot be supported by any documents.
Living a Sufi-like life in his home in Beylerbeyi on the Bosphorus, Mahmud Jalaluddin Efendi's life, which he mostly dedicated to calligraphy, came to an end in AH. 1245/ AD. 1829, he was buried in the Sheikh Murad-i Bukhari Dergah in Eyup Nisanca where he was a member. The Mizanul-Khat records state that "he passed away on the 17th of Dhu al-Qadah at the age of 120." The inscription on his gravestone reads:
He is the Ever-Living, the Eternal
For the sake of the soul of the late and forgiven Mahmud Jalaluddin Efendi, one of the sheikhs of calligraphy, may al-Fatihah be recited. The year 1245.
Contributions
-
Hüsn-i HatH. 1234 / M. 1818-1819
-
SülüsH. 1218 / M. 1803-1804
-
Sülüs, Celi SülüsH. 1225 / M. 1810-1811
-
Nesih, SülüsH. 1189 / M. 1775-1776
-
Nesih, Sülüs
-
Celi Sülüs
-
Nesih, Sülüs
-
Celi Sülüs
-
Nesih, Sülüs
-
Sülüs
-
Celi SülüsH. 1216 / M. 1801-1802
-
Celi SülüsH. 1213 / M. 1798-1799
-
Sülüs
-
SülüsH. 1218 / M. 1803-1804
-
Celi SülüsH. 1222 / M. 1807-1808
-
Sülüs
-
Celi Sülüs
-
Muhakkak, Nesih, Sülüs
-
Celi Sülüs
-
Nesih, Sülüs
-
Sülüs
-
Sülüs
-
Nesih, SülüsH. 1209 / M. 1794-1795
-
SülüsH. 1217 / M. 1802-1803
-
Nesih, SülüsH. 1206 / M. 1791-1792
-
Celi SülüsH. 1217 / M. 1802-1803
-
Sülüs, Hatt-ı İcaze
Relatives
Masters
Students
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Yazıya fazlasıyla ilgili olduğundan Akmolla Ömer Efendi’den ve diğer rivâyete göre Hoca Râsim Efendi tilmizi Abdüllatîf Efendi’den meşketdi. Naklolunduğuna göre kimseye baş eğmiyen müdde’îlerden olduğu hâlde Yamakzâde Sâlih Efendi’ye mürace’at edüb meşk istemiş ama alamamış, ondan sonra başvurduğu Ebû-bekir Râşid Efendi “İyi yazmak, çok yazmağa mütevakkıfdır!” diyerek başından savmışdır. Bu redlerden bi’t-tabi’ elem duyarak, kendi kendinin mu’allimi oldu. – Meşhur hattat Hâfız Osmân’ın eserlerinden fa’idelenüb – kemâl-i azîm ve gayret ile yazıda tekemmül ederek hattatlar arasında şöhret buldu. – Özellikle sülüs ve nesihde – kendine özgü bir tarz sahibi oldu. Yazısı, diğer hattatların yazısına benzemez.
...
“Müntesibîn-i Hutut-ı İslâmiyye’den Mahmud Tâhir” imzası ile İkdâm Gazetesi’ne yazılan mekālede de ta’limin reddi maddesinden fazla ma’lûmât yokdur. Fekat ekseri keyfî olarak mütâle’a çokdur. O mekālede merhûmun kibir ve nahvetinden bahsedildiği sırada deniliyor ki: En âdî bir işte vekâr ve temkin ile hareket eden Mahmud Celâleddîn Efendi’nin hâli, o zeman su’i-tefsire oğramıştı. Kalemi parmaklarına râm edüb her harfinde bir başka letâfet ibrâz eden bu dâhide hod-gâmlıkdan ziyâde azm-i kāt’î var idi. İşte bu azm-i kāt’î, hod-binliğine atf olunmuşdur. Aharın delâlet ve vasıtası ile kesbedeceği kemâli, merhûm, bilâ-vasıta tahsil eylediğinden bütün ömrünü yazı yazmağa hasredüp bu sa’y ü gayretin neticesi olarak esâtize-i izâm sırasına dâhil olmak şerefini ihrâz etmekle beraber beyne’l-hattatîn nâm-dâr ve mümtaz olmuşdur.
Bir işde “azm-i kāt’î” başka, “hod-gâmlık ve hod-binlik” başkadır. Müveffâkiyyete sebeb olan birinci hasletin, mahrumiyyeti mucib olan ikinci haslete atfedilmesi ne kadar acib ise “atf” maddesini kāt’î bir lisanla ileri sürmek de o nisbetde garibdir.
Yine o mekālede deniliyor ki: Merhûmun âsâr-ı münteşîresi o zeman hattatîninin eline geçince cümlesi ilk nazarda dûçar-ı beht ve hayret olmakdan kendilerini alamamışlar ve bu kadar kavâ’ide mutâbık ve hüsne mâlik yazı yazmak iktidârından mahrum olduklarını itirâfa mecbur kalmışlardır. Her ne kadar hatt-ı celîyi Râkım derecesinde yazamamış ise de kendine mahsus bir vadide yazdığı yazılardaki şive ve dekāyık insanı meftûn edecek derecededir.
Mekālenin muhârriri, o zemanda yaşamış ve hattatînin cümlesi ile görüşmüş de “beht ü hayretlerini” görmüş müdür ve “itirâflarını” ağızlarından işitmiş midir? Yoksa o devirlerde yazılmış güvenilir bir eserde okumuş mudur ki, bu hususda kāt’î hüküm veriyor? “Beht ve hayret” ve “itirâf” maddelerini isbat etmek içün vesikā göstermek elzemdir. Aksi takdirde söylenilen sözler ve beyân edilen mütâle’alar keyfî kābûl edilecekdir. Mahmud Celâleddîn’in vadi-i mahsus sahibi, büyük bir hattat olduğunu yazıları isbat ederken, hattatların “beht ve hayretleri” ve “itirâfları” muhakkāk olsa da, onun mevcût kudretini artdıramaz.
Hatt-ı celîyi Râkım derecesinde yazamadığını söylemek, hakîkāte hıdmetdir. Hangi hattat, celîde o dahi-i hattın müstesnâ mertebesine yükselmişdir ki, Celâleddîn merhûm da yükselüb Râkımâne yazsın? Hatt-ı celîyi Râkım derecesinde yazamamak Celâleddîn’in kudretini azaltmaz. Çünki her ferdin herşeyde ibrâz-ı kemâl etmesi muhâldir. İnsan, hangi şeyde kudret göstermiş ise ona kâfidir.
Muhârririn “Her tarafdan gördüğü hurmet-i mahsusâdân dolayı hiss-i gurura kapılmadığı muhakkākdır.” demesi de indî mütâle’alardandır. Zirâ bir belgeye dayanmamakdadır. Hiss-i gurura kapılub kapılmadığını müsbet bir belge ile ibrâz etmek gerekir. Aksi hâlde, “muhakkākdır” demekle iddi’anın isbatı mümkin olamaz. Ayrıca muhârrir, “Mahmud Celâleddîn, tedricen kāt’i merâtib ederek Rumeli Kazaskeri olmuşdur.” diyor. Bu sözü ilk def’a işitiyoruz. Muhârrir, bunu nereden öğrendiğini bildirseydi, tarihe hıdmet etmiş olurdu. Bildirmediği içün, “Kazasker olduğunun aslı yokdur!” diyen hak kazanır.
Yine o mekālede beyân olunuyor: Mevsûkān mervîdir ki, bir Remezân-ı Şerîf’de ekâbirden birisi kendisinden hatt-ı destile muhârrer bir kıt’a en’am-ı şerîf ister. Fekat o esnâda hazır bulunmaz. Akşam hânesine avdetinde pek me’yüs ve mütefekkir bulunduğunu müşâhade eden refîkāsı sebeb-i ye’sini su’al edince cereyân-ı ahvâli hikâye ile izhâr-ı ye’s eyler. Refîkāsı “Vakı’a ben, sizin yazınızı takliden bir en’am-ı şerîf yazmış isem de matlûb derecede ziynet ve san’atı hâ’iz olmasa gerekdir,” mukaddimesile zevcine ibrâz eder. Merhûm refîkāsının hatt-ı nesihdeki iktidârına hayran olarak bazı mahâllerini bir derece tashih ve kendi künyesini ba’de’t-tahrir ertesi gün eser-i latîfi isteyen zât-ı âli-kādire isâle müveffâk olur. Zevcesi Esmâ Hanım’ın hatt-ı nesihdeki iktidârı ve bir kadının bu derecede hoş şive ile yazı yazması pek ziyâde takdir edilir.
Ketebe.org İsmail Orman
Kendi gayretiyle sülüs
ve nesihte şahsına özgü bir tarz sahibi olan Mahmud Celâleddîn Efendi için Hat
ü Hattâtân’da, “Bunlara inâden
kendi başına ol kadar sa’y ü ceyd ü cehd etmişdir ki, hüsn-i hatda bunların
hepsini geçmişdir. Hattı, ta’rif ve tavsifden müstağnidir. Bu sûretde kimsenin
hakikî şâkirdi sayılmaz.”
deniyor.
Bilhassa celî yazısı, tabiâtındaki
sertliği ve inatçı kişiliğini yansıtan bir sertliğe sahiptir. Muasırı Mustafa
Râkım Efendi’nin üslûbu yanında donuk ve katı kalan bu üslûp, tıpkı Ahmed
Karahisârî’nin üslûbu gibi, hat sanatında nev’-i şahsına münhasır müstesna bir
yere sahip olmakla beraber, birkaç halifesi ile sınırlı kalmış ve Sultan
Abdülmecîd’in tercih etmesi nedeniyle, onun saltanatı boyunca tüm hat
san‘atında egemen olmuş, ancak onun da ölümü ile üslûbu tamamen terkedilmiştir.
Son
derece kudretli bir ele sahip olan Mahmud Celâleddîn, geleneksel yazı üslûplarında
tekemmüle ulaşmasına imkân verecek bir eğitim alma şansı bulamadığı için,
yeteneğinin elverdiği ölçüde, kendine mahsus bir şive geliştirmiştir. Ancak Şeyh
Hamdullah ile başlayıp Hâfız Osmân ile olgunlaşan klasik yazı ekolünde ilerlemiş
olsaydı, Osmanlı hat sanatının zirve isimlerden biri olacağı şüphesizdi.
Nitekim Ali Alparslan, hocası Necmeddîn Okyay’ın, “Mahmud Celâleddîn, aklâm-ı
sittede klasik üslûbu tâkib etseydi, yeryüzünde ne Hâfız Osman’ın ne de Mustafa
Râkım’ın adı kalırdı.” dediğini
nakletmektedir. Nitekim klasik tarza bağlı olduğu nesih yazıdaki kudreti de
bunu doğrulamaktadır.