Hâlid Bey
Sanatkâr Hakkında
Hâl tercemesi hakkında etraflı bilgi yoktur. Sülüs ve nesihi Bakkal Ârif Efendi’den, ta’liki de Sâmî Efendi’den meşkederek icazet almıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra Nâfi’a Nezâreti kâtibleri arasına katılmıştır. Ancak daha sonra bir nedenle ayrılarak Ârif Hikmet Bey ile müşterek yazı dükkânı açmış, isteyenlere yazı, kartvizit ve marka yazmaya başlamıştır.
Ancak onunla da anlaşamayınca ortaklıklarına son vererek müstakil
olarak çalışmalarına devam etmeye başlamıştır. Yazıda ıslah ve tecdid
gayesindeki denemeleri ile tanınan hattat, henüz genç denilebilecek bir yaşta
iken 1918 yılının Eylül ayında vefât etmiştir.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
29 Safer 1337(5 Aralık 1918) tarihli Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde deniliyor ki:
Hattat Hâlid Bey’in ölümü ile san’at-ı hat en kıymetdâr rükûnlarından birini daha gâ’ib etmişdir. Medîd ve elîm bir hastelikden sonra Hâlid Bey’in ölümü de memleket içün zâyi’at-ı azîmedendir. Genç ve bedi’â-perver bir hattat idi. Avrupa hattatlarında görülen pek zarif ve mütenevvi’ tertibât-ı tezyineyi daha ziyâde tedkîk eylediği cihetle yazılarında bi’l-hassâ isim ve marka tertiblerinde şimdiye kadar kimseye nasib olmamış derecede(!) nazar-rübâ teceddüdât-ı irâesına müveffâk olmakda idi. Hacı Ârif Bey’den sülüs ve nesih ve Sâmî Efendi’den de ta’lik meşketmişdi. Bu üç yazının hepsinde de hâ’iz-i rüsûh idi. Bi’l-hassâ sülüs ve nesihde pek ziyâde ibrâz-ı iktidâr etmekde, yapdığı kartvizitler miyânında bî-hakkın bedâyi’den ad’olunacak âsâr bulunmakdadır. Veliahd [halîfe] Abdülmecid Efendi’nin nâmını tuğraya benzetmek[1] sûreti ile yapdığı tertib pek mâhirânedir. Hâlid Bey, hin-i irtihâlinde pek genç idi. Ömrü vefâ etseydi, her hâlde ileride memleketimizin tarih-i bedâyî’inde mevki’-i mahsus sahibi olacak sûretde ihrâz-ı kemâl eyliyeceği şüphesiz idi. Bunca zâyi’at-ı milliyye miyânında Hâlid Bey’in ölümü de başlıbaşına bir ziyâ’-ı mü’essif teşkil eder.
Kimin tarafından yazıldığı belirlenemiyen bu mekālede söylendiği vech ile sülüs, nesih ve ta’likde “hâ’iz-i rüsuh” olduğuna, “bi’l-hassâ sülüs ve nesihde pek ziyâde ibrâz-ı iktidâr” etdiğine hükmetmek içün o hatlarla yazdığı kıt’aları görmek lâzımdır.
Görmediğimiz içün hükmetmeğe salâhiyetimiz yokdur. Gördüğümüz yazıları, Tasvir-i Efkâr’daki tuğra taklidinden, hatt-ı sünbülî(!) ile bir isimden, bir çifte markadan, hangi nevi’ yazı olduğu anlaşılmıyan bir imzadan ve ta’lik ile yazılmış bir kartvizitden ibâretdir. Bu kart güzeldir.
“İsim ve marka tertiblerinde, memleketimizde şimdiye kadar kimseye nasib olmamış derecede nazar-rübâ teceddüdât irâ’esine müveffâk olduğu” yolundaki pervâsız iddi’ayı, isim ve marka tertibinde kudreti olanlar takdir edebilirler. Başkalarının takdiri, şâyân-ı takdir değildir!
“İleride ihrâz-ı kemâl” eyliyeceğini söylemek başka, “san’at-ı hattın en kıymetdâr rükûnlarından” olduğunu ileri sürmek başkadır. San’atda tekemmül ve temeyyüz ile o san’atın “rükûnlarından” olmak “hin-i irtihâlinde pek genç olan” yeni neslin değil, hayatını san’ata vakfeden yaşlı-başlı, tecrübeli kemâl sahiblerinin hakkıdır.
Her şeyde olduğu gibi sitâyişde de mübâlağa etmemelidir. Mübâlağa, hakîkātden uzaklaşmak demekdir ve elbetde kötüdür. Bâ-husus san’ata te’allûk ederse tarihe muzır olur. Tarih hurâfeye değil, hakîkāte hıdmet eder. Onu zarara oğratmakdan sakınmalıdır.
[1] Areb hükemâsından biri "Vaktinden evvel tesaddur eden, hüsrâna oğrar." demişdir. Pâdîşâhlara münhasır olan tuğrayı, veliahdın taklit etmesini – usûle, akıl ve mantığa muhâlif görerek – beğenmediğimiz gibi, pek mâhirâne denilen ve tuğra-yı hümâyûnun karikatürüne benzeyen tertibini de asla beğenmemiş idik. Sultan Vâhideddîn’in – maddî ve manevî sakîm olan – bu tertibden ziyâdesiyle üzüldüğü ve veliahda darıldığını o vakt işitmiş ve hak vermişdik.