Şeyh Mehmed Atâullah Dedeefendi
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Galata Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Mehmed Kudretullah
Dedeefendi’nin oğlu olup H. 1258/M. 1842’de mezkur mevlevîhânede doğdu.
İbtidâî ve rüşdî tahsilini tamamladıktan sonra Kasidecizâde Süleyman Sırrî
Efendi’nin Bayezid Cami’ndeki dersine devam ederek icâzet aldı. Ayrıca hususî
muallimlerden istifâde ile Fransızca, Almanca, hendese ve musikî öğrendi.
Babasının H. 1288/M. 1871’deki vefâtı üzerine meşihâte tayin edilerek, kırk sene boyunca
mevlevîhâneyi idare etti. Ancak son zamanlarında önce oğlunun ve ardından da eşinin vefâtından pek ziyâde müteessir olarak, "sıhhati muhtel, fikri perişân bir hale" düştüğü gibi gözlerine de karasu illeti ârız oldu. Son aylarını yatalak halde geçirdikten sonra 1328 senesi Ramazân ayının 9. Cuma gecesi (M. 10 Eylül 1910) vefât etti. Tophâne’de Kılıç Alî Paşa Cami’nde edâ edilen cenâze namazını müteakiben mevlevîhânede babasının yanına defnedildi.
Hocaları
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Babası gibi kısa boylu,
gâyet zayıf, kır sakallı idi.[1]
Bî-hakkın erbâb-ı dânişden, mahviyet-kâr, mütevazı, nâzük bir zât idi. Yenikapu
Mevlevihânesi şeyhi Celâleddîn Dede Efendi “Atâ Efendi’nin suhbeti kadar
rûh-nevâz, şeyhâne bir suhbet tasavvur edemem.” dermiş.
İhtifâlci Ziyâ Bey, yazdığı terceme-i hâlde[2]
“kanun ve ud çalmakda mehâret-i fevk-alâdesi var idi. Şark musikîsi üzere
Sonometre’nin tertibi, daha doğrusu ihtirâ-ı eser-i dehâsıdır.” dediğinden,
müteveffâ Râ’uf Yektâ Bey’den bu hususdaki ma’lûmâtını sordum. Cevaben
gönderdiği verakāda “Merhûm, gençliğinde kanun çalarmış, mü’ahhâren terketmiş.
Kendisile müşerref olduğum evânda yalnız ud çalardı. Kanunu dinlemek müyesser
olmadı. Me’a’haza dinliyenlerden senâsını işitdim. Hakîkāten bir sesölçer imâl
etdirmiş idi. Lâkin böyle bir aleti kendisinden mukāddem Prens Hâlim Paşa
merhûmun dahi imâl etdirdiğini pek çok kimseden işitdim. Zât-ı âlinizce bu
cihetin tahkîki kolaydır.” demişdir.
Merhûmun bazen ziyâretine giderdim. Yerde
şiltede diz üstü oturur, hafif sesle konuşurdu. Yukarılarda bahsetdiğim Hutût-ı
Meşâhir Mecmu’ası’na ta’likle Farisî bir kıt’a yazmışdı. Öteden beri, muhtelif
mesleklere mensub meşâhirin yazılarını toplamakdan mahzûz olduğumdan merhûm,
kendi kitablarından Molla Cami’nin, Şâ’ir Esrâr Dede’nin ve sâ’irenin yazıları
ile birkaç risâle ve dîvân i’are etmişdi. Fotoğrafla birkaç sayfa istinsâh
edildikden sonra i’ade etdiğimde “nezd-i âlinizde kalsın, sonra alırım.” demişdi.
Bunları bana ihdâ etmişdi, yâhud –
zarûretinden dolayı – bir bedel mukābilinde vermek isterdi. Para teklif
etmekden sıkıldım. Parasız almayı da lâyık görmedim. Birkaç def’a getirüb
götürdükden sonra yanında bırakdım. İ'ade etdiğime bi’l-âhare pişman oldumsa da,
iş işden geçdi. “Sayalım fırsatı ganimetden!” nasihatine kulak vermiyenler
dâ’imâ mutazarrır ve nâdim olurlar. O nâdir eserler kimbilir kimlerin elinde
kaldı.
Şahsına ait kitablar, sanduklar içinde gâlibâ
Anadolukavağı’nda bulunduğunu söylerdi. Dergâhın yeterli vâridâtı varsa da,
idâre edenlerin isa’eti ile kayba oğramış, şeyh efendi ve – Mevlevî tâbiri ile
– canlar, yâni dervişler sefâlete düşmüşler, dergâh – kulûb-i âşıkān gibi –
harabolmuş idi. Bir sabah ziyâretine gitdiğimde yanında bulunan saray
tüfenkçilerinden kerli-ferli bir Arnavut, niçe müddetden beri tekkeye sebze
verüb parasını alamıyan bir Arnavut manavın hakkının verilmesi içün – tekkeyi
idâre eden – şahıs hakkında şütûm-ı galizâ ve kelimât-ı şeni’â savurmakda ve
şeyh efendiyi de tahkir ve tahcil etmekde idi. Müdafa’dan âciz kalan bî-çâre
şeyhin sükût-i meyûsâne ve mahcûbânesi asâbıma dokundu. Zemanın hükmüne göre
câhil mütecâvizi ürkütecek sûretde siyâset-kârâne sözler söyliyerek susturmuş
idim.
Hâle vâkıf olanlar, kābahât tekkenin müdîr-i
melânet-semirine ait ve kabahatin birazı da o kaltabanı – her ne sebebe mebnî
ise – defedemiyen şeyh efendiye vârid olduğunu söylerlerdi.
Ketebe.org İsmail Orman
Hatt-ı ta’liki Sâmî Efendi ile beraber Kıbrısîzâde İsmâ’il Hakkî Efendi’den meşketmiş olan Mehmed Atâ’ullah Dedeefendi’nin, mevlevîhânenin matbâhının kapısı üzerinde bulunan tarih kitâbesini kaleme aldığı bilinmektedir. Söz konusu kitâbe, matbâh yıkıldıkdan sonra Vakıf Hat Sanatları Müzesi’ne nakledilmiş olup halen oradadır.