Mustafa İhsân Bey
الصور
نبذة عن الفنان
Telgraf ve Posta Nezâreti Muhâsebe Kalemi mümeyyiz-i evveli İstanbullu Mehmed Celâl Bey’in oğlu olarak H. 1288/M. 1871’de Sultanahmet’te doğdu. Güngörmez Mahâllesi’ndeki sıbyan mektebini bitirdikten sonra Gülhâne Askerî Tıbbiye Mektebi’ne girdi. Kur’an-ı Kerîm’i hıfzedip mektebden şahâdetnâme aldıktan sonra Orman ve Ma’adin Mektebi’ne devam etti.
Buradan mezun olduktan sonra Orman ve Ma’adin Nezâreti
Mektubî Kalemi’ne hulefa oldu. Bir müddet sonra Birinci Daire-i Belediyye
Muhâsebe Kalemi’ne tayin edildi. Daha sonra sırasıyla Matba’a-i Askeriyye
muhâsebe kâtibliğinde, Erkân-ı Harbiyye Dairesi, Kavanin ve Nizâmât Şubesi’nde
kısm-ı salîs mümeyyizliğinde bulunup imtihânla Matbaa-i Askeriyye
mümeyyizliğine naklolundu.
1920’de tekaüde sevkedildikten sonra Matbaa-i Askeriyye hattatlığına alınan, ancak harf inkılabından sonra bu görevden de ayrılmak zorunda kalan İhsan Bey, son zamanlarını türlü sağlık sorunları ile geçirdi. Nihayet felç geçirip bu halde iken H. 16 Ramazân 1356/M. 20 Teşrin-i sânî/Kasım 1937 tarihinden vefât etti. Edirnekapısı Kabristanı’nda medfundur
الأساتذة
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Sülüs ve nesihi güzel yazardı. Ayrıca Sultan Abdülhâmid’in
mü’ezzinlerinden Hâfız Tevfîk Bey’den musikî eğitimi aldı. Tütüncü Hâfız Yusuf Bey’den ilâhi,
Hacı Fâ’ik ve Bol-âhenk Nûrî beylerden birkaç beste ve akrabasından musikî
mu’allimi İsmâ’il Hakkî Bey’den yedi-sekiz fasıl geçdi.
Kısa boylu, güzel ve güler yüzlü, kır sakallı, mütedeyyin ve
hoş sadâ idi. Güzel şarkıları vardır. Fekat çabuk bıkdığı, yâhud tembel
olduğundan musikî ile az meşgûl olurdu. Dâ’imâ meşgûl olsaydı kıymetli eserler
vücûda getirebilirdi. Yıllardan beri evimizde haftada bir gece toplanan musikî
meclisinin müdâvimlerindendi. Bazı güftelerimi bestelemişdi.
Çok ağlar, çok gülerdi. Bir gece bir şeyh-i azîzin nezdinde
bulunduğumuz esnâda söylenilen uhrevî sözlerden pek ziyâde müte’essir olarak
şiddetle ağlamağa başladı. Susturmak mümkin olmadı.[1]
…
Bir aralık yazılarına “Râkım” imzasını koymağa başlamışdı.
Bir Remezân gecesi Direklerarası’nda tesâdüf edilen bazı tanıdıkların ısrarı
üzerine – mut’adımız olmadığı hâlde – bir çayhânede kardeşim Ahmed Tevfîk
merhûmla oturmuşduk. Duvarda asılı olan “Râkım” imzalı güzel celî bir levhâ,
huzzâr arasında münakaşayı mucib oldu. Bir kısmı Mustafa Râkım merhûmun yazısı
olduğunu, bir kısmı olmadığını iddi’a etdiler. Dikkat edince bizim İhsân’ın
yazısı olduğunu anladım.
Beşiktaşlı Hattat Nûrî Efendi’nin rivâyetine göre Sâmî Efendi İhsan’ın “Râkım” imzasını kullanmasına canı sıkılarak “ya Rakım! ya Rakım!” diye eğlenirmiş. Bu imzayı ben de hoş görmeyerek bir daha yazmamasını ihtar etmişdim. Kabûl edüb bir daha yazmamışdı.
[1] Bir elimi
yüzüne karşı tutarak diğer elimin parmakları ile pek hoşlandığı bir uzvu(!)
tasvir etdim. Ağlaması gülmeğe dönüşdü.
Ketebe.org İsmail Orman
Hüsn-i hat sahasına Mekteb-i Harbiyye hattatı Abdülahad Vahdetî Bey’den sülüs meşkederek başlayan İhsan Bey, hocasının yaşlılığı nedeniyle lâyıkıyla istifâde edemediğinden daha sonra Reisü’l-hattatîn Kâmil Akdik’e devam etmiş ve yazdığı Kaside-i Elfiyye murakka’ı ile icâzet almıştır. Celî sülüsü Erkân-ı Harbiyye Dairesi hattatı Nazîf Efendi’den, rık’ayı ise Galatasaray Sultanîsi yazı muallimi İzzet Efendi’den öğrenmiştir. Arzuhâlci Mehmed Nûrî Efendi’den de uzun müddet istifâde etmiştir.