الحاج أحمد كامل أقديق
Reisü’l-hattâtîn, رئيس الخطاطينالصور
نبذة عن الفنان
الحاج أحمد كامل أقديق
أعماله
-
Hüsn-i Hat
-
Celi Sülüs
-
Celi SülüsH. 1343 / M. 1924-1925
-
Sülüs
-
Nesih, Sülüs
-
Nesih, SülüsH. 1336 / M. 1917-1918
-
Hüsn-i Hat, Celi SülüsH. 1344 / M. 1925-1926
-
SülüsH. 1351 / M. 1932-1933
-
Celi Sülüs
-
Nesih, SülüsH. 1337 / M. 1918-1919
-
Nesih, Sülüs
-
Nesih, Sülüs
-
Nesih, SülüsH. 1307 / M. 1889-1890
-
Celi SülüsH. 1336 / M. 1917-1918
-
Muhakkak, Nesih, Sülüs
-
Nesih, SülüsH. 1350 / M. 1931-1932
-
Nesih, SülüsH. 1339 / M. 1920-1921
-
SülüsH. 1356 / M. 1937-1938
-
Celi SülüsH. 1358 / M. 1939-1940
-
SülüsH. 1336 / M. 1917-1918
-
Nesih, SülüsH. 1338 / M. 1919-1920
-
Celi SülüsH. 1330 / M. 1911-1912
-
Hüsn-i Hat, Muhakkak, Nesih, Reyhânî, Rıka´, Sülüs, Celi Talik, Kûfî, Celi Divani, Divani, Hatt-ı İcaze, Rık'a, Nestâ'lîk
-
Muhakkak, Nesih, SülüsH. 1349 / M. 1930-1931
-
Nesih, SülüsH. 1342 / M. 1923-1924
الأقارب
الأساتذة
التلامذة
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Kâmil Efendi merhûm,
zemanının en değerli ve gayretli hattatlarından olduğu ve reisü’l-hattatîn
sıfatı taşıdığı içün hep korunmuş ve dâ’imâ formda kalmış idi. Bir delikanlı
gibi dimdik yürüdüğünü görenler, – soyadı olan – “akdik” yerine soy ve boy adı olarak “dimdik” deseler isâbet ederlerdi. Mukāddimede bahsolunan
Mir’at-ı Hattatîn adlı eserin
sahibi merhûm Süleyman Efendi, Kâmil Efendi hakkında senâ-hân olduğu sırada “Hâfız-ı
hakiki, gözlerine ve parmaklarına ve cemi’i âzalarına(!) kuvvet versün!” diyor. Hazret, “cemi’i âzalarının” kuvvete muhtaç olmadığını(!) kendi söylerdi.[1]
Bu sebeble kuvvet içün du’aya lüzûm yokdu.
…
Çocukluk günlerinden beri kendini yazıya vakfeden bu zâtın –
terceme-i hâlinde söylediği üzere –
meslekde tekemmül etmek içün eslâfın âsârını tedkîk ve taklit eylemek şart-ı
azâm olduğundan – malî kudreti nisbetinde – nefîs yazılar tedârük ve hattatların tâbiri ile “mütâle’a” ederek mesleğinde ilerleme kaydetmişdi.
Eline meşhur üstâdlardan birinin yazısı geçse define bulmuş gibi sevinirdi. Bir gün Nûr-ı Osmânî civârından geçerken tesâdüf etdim. Koynuna sokduğu bir şeyin düşmemesi, yâhud kimsenin görmemesi içün bir elile üstüne basdırdığını ve bir şeye sevinen çocuklar gibi gülümseyerek ve arkasından kovalıyanlardan kaçarcasına sür’atle yürüdüğünü gördüm. Birkaç gün sonra gördüğümde keyfiyeti sordum. Bedesten yakınındaki Eski Sahaflar Çarşısı’nda Şeyh Hamdullah merhûmun bir murakkā’ını bularak ucuzca aldığı içün son derece sevindiğini ve gülümsemeden nefsini menedemediğini ve bir müfsidin hâle vâkıf olub da, satan sahafa istirdâd etdirmemesi içün aceleyle oradan savuşduğunu anlatmışdı. Dışardan tıflâne görünen bu hâller, hakîkātde mesleğe olan aşkın şâhididir. Aşkı meşk etmiyenler, maksatlarına kavuşamazlar.
Kimde ki aşkın nişânı var dürür - Akıbet ma’şuka anı ir görür
Merhûm, sülüs, celî, nesih ve dîvânî pek çok yazı yazmışdır ki, yazıya merakı olanlarda ve cami’ler ile sâ’ir binâlarda mevcûtdur. Güzel ta’lik ve rık’a da yazardı. Fekat öbür yazılarda gösterdiği kemâli bunlarda gösterememişdir. Birçok öğrenci yetişdirmişdir.
[1] İkinci def’a
Mısır’a azimetimde prensler ve prensesler – hukuk-ı kādîmeden dolayı – beni kâşânelerine davet ederler, güzel yemekler
yenir, güzel sözler söylenir idi. Bi’t-tabi, Kâmil Efendi’yi de beraber
götürürdüm. Her gidişde latîfeden “Meclisdeki kadınlara dikkatle ve bir
düzüye bakma, darılırlar.” diye tenbih
ederdim. O da mukābele(!) latîfede bulunarak “Efendi hazretleri, sen
benimle kendini kıyas etme. Benim atımın(!) başı sertdir. Etrafa bakmamak
elimde değildir.” derdi.
Bir
gece Prenses Şivekâr merhûmenin kâşânesinde prensler ve prenseslerle toplandığımızda
– gösterdikleri arzu üzerine – suhbeti ben
idâre etmişdim. Galiba güzel sözler söylemişim ki huzzâr safâ-yâb olmuşlardı.
Bezm-i ülfet geç vakte kadar devam etmişdi. İkāmetgâhımıza avdetde Kâmil Efendi “Kimseden işitmediğimiz
öyle güzel sözler söylediniz ki kadınlara bakmakdan ziyâde safâlandım.
Gözlerimi hep size dikdim.” diyerek senâ ve
du’a etmişdi.
“Rûhu
şad olsun ilâhi, Kâmil’in”
Ketebe.org İsmail Orman
Kâmil Efendi’nin, oğlu Şeref Akdik tarafından yazılan mezartaşının metni şöyledir:
Hüve’l-hâllâkü’l-bâkî
Hâzâ kabri’l-merhûm Ahmed Kâmil el-ma’ruf bî-reisü’l-hattâtîn rahmetullahi ‘aleyh. sene 1360. fî 29 Cemâziye’l-âhir.
Şeref bin Kâmil
Resmî vazîfesi esnâsında birçok noksan mushâf-ı şerîfi ikmâl ederek, bir hayli nâme-i hümâyûn, vezâret menşuru, tasdîknâme, evâmir-i âliyeye mahsus ferman ve sâ’ire tahrîr eyleyen Kâmil Efendi, bunların dışında da birçok hilye-i şerîf, murakka’ ve kıt‘a kaleme alır. Bilhassa sülüs ve celîsi ile nesih ve dîvânî hatlarında “kâmil” mertebesine erişerek, bî-hakkın “reisü’l-hattâtîn” ünvânına ittihâz eylemiş olmasına rağmen, kendi tabiriyle “gece ve gündüz cenk ederek, ellibeş yaşına geldiği hâlde ancak yarısını tahsil edebildiği” hüsn-i hattı, “öğrenemeden gittiğini” de, ölüm döşeğinde iken itiraf eder.
“Ancak yüz sene çalışmakla ikmâline muvaffâk olunabileceğini” iddia ettiği hüsn-i hattın esasını, eslâfın âsârını tetkîk ve taklîd - hattatların tâbiri ile “mütâla’a” - etmeye çalışmak olarak açıklayan Kâmil Efendi, bu uğurda servetinin neredeyse yarısını harcamaktan da çekinmemiştir. Öte yandan hayatı boyunca titizlikle topladığı - Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan - yazı koleksiyonunu görenler, hüsn-i hatta ne büyük bir hizmette bulunmuş olduğunu takdir edeceklerdir.
Kâmil Efendi, yazıda tekemmüle erişmenin ikinci şıkkı olarak da çok yazmayı gösterir. Nitekim “bir gün meşk etmesem, ertesi gün acemilik çekerim!” dediğine, Akademi’den öğrencisi olan Aziz Nesin şâhid olmuştur. Bu gayretin neticesi olarak, Kâmil Efendi’nin Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’ın eserlerini taklîden yazdığı yazıları, çoğu zaman sahiplerininkilerden ayırmak mümkün olmaz. Nitekim Necmeddîn Okyay’ın söylediğine göre, bilhassa Hâfız Osman üslûbunu Mehmed Şevkî Efendi’den sonra hakkıyla temsil eden tek hattattı. Buna rağmen sadece bir Kur’an-ı Kerîm istinsâh etmiş olup o da hâlen Pakistan’da bulunmaktadır.
Celîde, hocası Sâmî Efendi gibi Mustafa Râkım Efendi’nin üslûbuna bağlı kalmışsa da, bu yolda hocası ayarında kudret gösterememiş olan Kâmil Efendi, Yesârîzâde yolunu takip ettiği ta’lik ve rık‘a aklâmında da zayıf kalmıştır. Ancak görevi hasebiyle pek büyük mahâret kesbetmiş olduğu dîvânîde devrinin yegânesi idi.
Merhumun hüsn-i hat meraklılarının nezdinde ve camilerde levhâları, bazı binâlarda da kitâbeleri mevcûttur. Bunlar arasında Mahmud Muhtar Paşa’nın İstanbul ve Hıdîv İsmâ‘il Paşa’nın Kahire’deki türbeleri ile yine onun sarayının yanında bulunan mescidin celî sülüs yazıları zikredilebilir. Hocası Sâmî Efendi ile eşininki başta olmak üzere pek çok mezartaşı kitâbesi de kaleme almış olan Kâmil Efendi, Abdülhak Hâmid Bey(Tarhan)’in Fâtih Sultan Mehmed’e ithâfen yazdığı manzumeyi de, Şeyhü’l-islâm Hayrî Efendi’nin talebi üzerine sülüsle tahrîr etmiş olup hâlen türbesinde asılı bulunmaktadır.