Abdullah Kırımî
M. 1590-1591
Sanatkâr Hakkında
Aslen Kırımlı olduğundan “Kırımî” ve “Tatar” lâkabları ile anılmış olan Abdullah Kırımî, küçük yaşta geldiği İstanbul’da iyi bir eğitim almış ve bu esnâda yazı ile ilgilenerek Şeyh Hamdullah’ın torunu Derviş Mehmed Said Efendi’den de aklam-ı sitteden icâzet almıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra Dîvân-ı Hümâyûn Kitâbeti’nin hulefâlarından olmuş, senelerce hizmetten sonra kalemin kıdemlilerinden olmuş iken H. 999/M. 1590-1591'de vefât etmiştir. Mezarı Emir Buhârî Tekkesi civârında olmakla beraber, mezartaşı sonradan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne nakledilmiştir. Dönemin nâmlı musikî-şinâslarından olan Abdullah Kırımî’nin bilhassa tanbûrîlikte zamanının yegânesi olduğu söylenmektedir. Hüsn-i hatta başlarda Şeyh Hamdullah Üslûbu’nda yazmakla beraber, daha sonra yeni bir tarz icâd etme hevesine düşmüş ve İran hattâtlarından Ahmed Şâh Tayyib’in etkisinde yazmaya başlamışsa da, ona özgü bu şive kalıcı olmamıştır.
Ketebe.org İsmail Orman
Saz nevnetlerinin aranılan isimlerinden biri olarak, müsfihâne denilebilecek bir hayat sürmüş olan Abdullah Kırımî’nin öleceğini anlayınca tevbe edip tanbûrunu kırdığı, bir mezar satın alıp mezartaşı kitâbesini hazırlayıp altına da iki 9 rakamı işlediği, “Bunun üçüncüsü ne ola?” diye soran birine de, “Elbet talebemin arasından bir ‘9’ yazacak kimse bulunur” dediği ve tıpkı işaret ettiği tarihte vefât ettiği nakledilmektedir. Bu kerameti nedeniyle mezarı, ilham peşinde koşan hüsn-i hat meraklılarının ziyâretgâhı hâline gelmişti.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde H. 966/M. 1558 tarihli tarihli Kur‘an-ı Kerîm’i, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde de şakirdi Emrullah Efendi tarafından tamamlanmış tarihsiz bir En‘âm-ı Şerif'i vardır.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Tuhfe-i Hattatin
Kırımî’dir. Sultân Süleyman Hân eyyâmında zuhûr ve Şeyh Hamdullâh-ı âgâhın hafid-i sa’idleri Derviş Mehmed bin Mustafâ Dede’den temeşşuk edip ednâ sa’yile sûret-pezîr-i icâzet olmuştu. Bir vâki’aları vak’a-i intikâline delâlet eyledikte hâric-i sûr-ı İstanbul’da Câmi’-i Emir Buhârî civârı ve Ebû Eyyûb-i Ensârî -aleyhi rıdvânu’l-bârî- reh-güzârı kendi muhtârı olup ihzâr-ı mezar ve ser-levha-i seng-i pür-envârına “Kad tuviye tavâmî-rü’l-a’mâli ve nüsiha esâtîrü’l-âmâli” fıkraları nakşına ibtidâ ve nâm-ı nâmîlerini dahi resm ü imlâ ve rakam-ı hindi ile iki dokuz sâlisinin vukû’una şâhideyn makamında tasvir ü îstâda ve bir hâne-i rakamı güşâde terkeyledi. “Birini dahi şâkirdlerimizden biri yazsın!” diye keşf-i hâl buyurup vâkı’â o vâhid ke’l-elf elf-i kâmilden bir sene mukaddem bâğçe-sarây-ı me’vâya müntakıl olduğu ve bunun emsali ahvâli Hünerverân-ı Â'lî ve sâ’ir resâ’il-i hutût-ı âmâlîde mezkûr-ı icmâlîdir. “Hattât-ı zîbâ Kırımi” (999) kelime-i sedânesi kalem-i fakîrâneden tis’ât-ı selâseye müsâviyyü’l-a’dâd vâki’ oldu, teberrüken kaydolundu.