Abdurrahmân Gubârî
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Abdullah Efendi'nin oğlu olarak Akşehir'de dünyaya geldi. İlk tahsilini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbul'a gitti. Müderrisînden Alî Efendi ve Müslim Efendi'den ilim tahsil etti. Mustafa Dede'den de aklâm-ı sitte dersleri aldı. Bu arada Şeyh Ahmed Buhârî Zâviyesi şeyhi Hoca Abdüllatif Efendi'den Nakşibendî Târikatı'ndan hilâfet aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra müderris olup bir müddet ilim tedris ettikten sonra hâcegân sınıfına geçti. Ordu kâtibi olarak Irakeyn Seferi'ne iştirâk ettiyse de, devlet hizmetinden hazzetmediğinden istifa ederek tasavvufa yöneldi. 1537 yılında Hac vazifesini ifâ etmek üzere Arabistan'a gitti. Bir müddet orada kaldıkdan sonra surre emîni oldu. 1539'da Şehzâde Bayezid'in mâiyetine katılarak oğlu Orhan'ın muallimliğine tayin edildiyse de, şehzâdenin kardeşiyle giriştiği taht kavgasına yenilerek İran'a kaçması üzerine gözden düştü. Bunun üzerine surre emini olarak yeniden Mekke'ye giden Abdurrahmân Gubârî, orada vefât etti.
Hocaları
Ketebe.org İsmail Orman
Tasavvufî konularda kaleme aldığı Şebistân-ı Hayal-i Fettâhî Nâziresi, Mesahât-nâme, Ka'be-nâme, Yusuf ile Züleyhâ ve Şeh-nâme adlı eserleri vardır. Kanunî Sultan Süleyman Han zamanının olaylarını anlattığı Süleyman-nâme adlı eseri meşhurdur. Şâirliği de olan Abdurrahmân Efendi’nin, özellikle gubârî hattındaki mahâreti nedeniyle o lâkabla anıldığı bilinmektedir.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Tuhfe-i Hattatin
Akşehir’dendir. Gubârî kitâbet-i hüsn-i hatta mâ’ü olmakla lafz-ı mezbûru ihtiyar eylemiştir. Sülüs ü neshi Şeyhzâde Mustafâ Dede bin Hamdullah’tan temeşşuk u telemmüz eylemiştir. Harameyn-i şerîfeyn’de niçe eyyam mücâveret ve avdette Şeyh Vefâ Hânkâhı’nda münzevî iken, Sultân Orhan bin Şehzade Bâyezîd’in hidmet-i ta’limlerinde istihdâm olunmuştu. Fevtinde bunlar dahi gazab-ı pâdişâh-ı enâm havfına mübtelâ olup berâ’et-i zimmeti ma’lûm-ı hümâyûn-ı Süleymân Hânî oldukta huccâc-ı müslimînin mahfil kâdîsi ta’yîn olunduğu manzûme sûret-i hatt-ı hümâyûn budur:
Şimdi bildüm kim imiş mahfile kâdî olsun.
Bunlar dahi cevâbında mısra’-ı sânî olmak üzere teşekküren yazıp arzeyledikleri kelâm-ı mevzûn budur:
Şöyle hidmet edeyim kafile râzî olsun.
Bu itmâmları tab’-ı hümâyûna hoş gelip Mısr Darbhânesi’nden yevmiyye kırk pare ve niçe irdeb buğday ta’yîn olundu. Mekke-i Mükerreme’de tekrâr sinîn-i adîde mücâveretle karâr ve onda rıhlet eylediği sâle “ekâlallâhu isârehu” (974) du’âsı târihtir. Şeyh Ahmed-i Buhârî -kuddise sırruhu-zâviyedârı Hâce Abdüllatîf-i âgâhtan ahz-ı nisbetle tekmîl-i merâtib-i letâyif eylemiştir. Tekrâr mücâveretlerine şeyh-i mezbûrun dahi sâniyen hacc u mücâveretleri tesâdüf edip şeyhin dem-i ahîr-i intikâlinde ma’iyyetlerinde bulunmuşlardır. Hânkâh-ı mezbûrda iken söyledikleri eş’ârdandır:
Ser-i kûy-i vefânun hâk-sârı
Ayakları toprağı miskin Gubârî
Bu kıt’a dahi onundur:
Ey Gubârî bu cihan içre benüm
Kimse eş’âruma toz konduramaz
Meğer ol kâtib-i mnsta/cil kim
Hatt-ı şi’rüm kuruyınca duramaz
Şebistân-ı Hayâl-i Fettâhî’ye nazire bir manzûme-i bî-nazîre muvaffak ve âsâr-ı hattiyyesi bisyâr idiği muhakkaktır.