Mustafa Dede
Şeyh Hamdullah Aklâm-ı Sitte Ekolü
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Hattat Şeyh Hamdullah’ın oğlu olup H. 900/M. 1495 yılı dolaylarında Amasya’da doğdu. O sıralarda İstanbul’da bulunan ve sanat yaşamının zirvesinde olan babasından aklâm-ı sitteyi dersleri aldığı bilinmekle beraber, hat tezkireleri, asıl hocasının Abdullah Amâsî olduğunu beyân etmektedir. Hatta hüsn-i hattaki tekâmülüne, Hac vazîfesi için Hicâz’a gitmek üzere bir müddet ikamet eylediği Mısır’da babasına ait bazı murakka’ları gördükten ve Hac esnâsında Ka’be-i Mu’azzama ve Ravza-i Mutahhara’ya hediye edilen eserlerini inceledikten sonra erişmiş olduğunun nakledilir.
Bu durumda, babasının üslûbuna, doğrudan ondan meşk alarak değil de, kendi araştırmaları neticesinde vâkıf olduğunu söyleyebiliriz. Babası ayarında metîn ve zarif yazısı ile “esâtîze-i Rûm” olarak anılan, Anadolu’nun yedi büyük hat üstâdından biri olarak kabul edilen emsalsiz bir hattat haline gelen Mustafa Dede, Hac’dan avdetinden sonra Üsküdar’a yerleşerek, Şeyh Hamdullah silsilesinin devâmı için talebe yetiştirmeye başladı.
Ancak basit bir hastalığa uygulanan yanlış tedâvî neticesinde, H. 945/M. 1538 senesinde, henüz 45 yaşında olduğu hâlde vefât etmiştir. Şâir Kandi ölümünün ardından “Gitdi Dede’m cennete” terkîbiyle tarih düşmüştür. Karacaahmet Mezarlığı'nda medfûn bulunan babasının yanına defnedilmişse de, bugün mezarı mevcut değildir.
Eserleri
Akrabalar
Hocaları
Talebeleri
Ketebe.org İsmail Orman
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde ve Konya’daki Koyunoğlu Müzesi’nde birer Kur‘an-ı Kerîm’i ile yine Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde En‘âm-ı Şerîf’i bulunan Mustafa Dede’nin, yine burada muhtelif murakka ve kıt‘aları ile Kehf Sûresi’ni hâvî cüzü, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nde de bir başka murakka’ı bulunmaktadır.
Süleymaniye Cami’ne vakfedilmiş mushâfını görmüş olan Müstakimzâde’nin “harfi dahi taklid kabul etmez” diyerek hüsn-i hattaki mevki’-i âl ü lâlini de ilân ettiği Mustafa Dede’nin bir kıt‘asının ketebesini gören Bakkal Ârif Efendi’nin “Şöyle bir ‘Mustafa’ yazabilseydim, kendime hattat derdim!” diyerek, kendi aczini itirâf etmiş olduğu mervîdir ki, böylesine değerli bir hattatın zamansız kaybının, Türk hat san‘atı tarihi için de büyük bir kayıp olduğuna delâlet etmektedir.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Tuhfe-i Hattatin
Amasî’dir. O Şeyh bin eş-Şeyh hüsn-i hatt-ı Şeyhâne’de pederlerinden me’zûn-ı vaz’-ı lafza-i ketebe olup lâkin vâlid-i mâcidleri intikâlinde henüz kemâl-i dekâyık-ı hüsn-i hatta vukûf ile telezzüz müyesser olmadığı cihetten, mezkûr Abdullâh-ı Amasî’den telemmüz edip aklâm-ı gûn-â-gûnda hakâyık-ı hüsn-i hatta vâsıl ve Mısr-ı Kâhire’ye dahi râhil olup onda peder-i mu'teberi âsârından -Nefeszâde ve sâ’irleri tafsili üzere- dikkatle temeşşuk ve ba’de’l-hac Üsküdar’da tavattunu tahakkuk eylemişti. Terbiye-i talebe üzere iken ale’l-gafle nâhun tenâvülüyle mazhar-ı şehâdet ve pederleri ittisalinde defîn-i türbet oldu. Rıhletine şu’arâ-yı vaktten Kandî-i şekkerîn-edâ bu târîh-i letâfet-nümâ ile mersiye-gûyâ olmuştur:
Gitdi dedem cennete (945)
Bir mertebe metânet-i hat ve zarâfet-i nemat sâhibi idi ki, her satrı ve belki her harfi taklîd kabul eylemeyip lisân-ı hâlle “Fenzurû baklenâ ile’l-âsâri” netîce-i kaziyyesini tâlib ü nâzır-ı mütebassıra tezkâr u tekrar eder. Süleymâniye Câmi’nde bir mushafı vardır. Zamânımızda ba’zı bî-mülâhazalar merhûmun desîse-i taklidi kaydına düşüp hutûtunun her bir harfi zahm-ı kalem-tırâşîden tashih ile cenkten çıkmışa dönmekle gırbâl-ı hicâbları olmuşken, gülün râyihası ve her şükûfenin hâssa-i fâyihası gibi olan hevâ-yı dest ya’nî meleke-i üstâdâne ve metânet-i kâmilâne kendi hattında nâbûd iken pergâr ile her harfin tül u arazı tevâfuk eylemekle da’vâ-yı bî-burhân ayniyyeti ve mürûr-ı eyyam ile ehl-i farkın ma’dûmiyyeti vaktinde, Dede merhûmun hutûtuna karışmak mülâhazası ile kâğıdları ütü ve vesme ve telve-i kahve ve niçe ameller ile eskitip fakat köhnelikte müşâbeheti hattın dahi miyânlarında adem-i temyizine sebeb olmak ârzûsuna düşmüşlerdir. Mısra’:
Zehî tasavvur-ı bâtıl zehî hayâl-i muhal
Beyt:
Beli tasvir edersin hatt u hâl-i dil-beri amma
Füsûn u fitneye geldükde ey Behzâd n’eylersin