Sultan Ahmed
Üçüncü AhmedHafız Osman Aklâm-ı Sitte Ekolü
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Sultan 4. Mehmed'in Gülnûş Emetullah Vâlide Sultan’dan 31 Aralık 1673 tarihinde dünyaya gelen oğludur. Şeyh-i Sultânî Mehmed Efendi ile Şeyhü’l-islâm Seyyid Feyzullah Efendi’nin tedrîsi altında, idârî, siyâsî, dînî ve edebî ilimlerde mükemmel sûrette yetiştirildi. Ağabeyi Sultan 2. Mustafa'nın Edirne Vak ‘ası ile hal'i üzerine 22 Ağustos 1703 tarihinde tahta cülûs etti. İlk icrâ’âtı, ikbâline vesîle olan isyânı organize edenleri ber-taraf ederek otoriteyi el almak oldu. Daha sonra Ruslarla yaptığı savaşı kaybederek Osmanlılar’a sığınan İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ı korumak için Ruslar’a savaş ilan etti.
1711’de Prut Savaşı kazanılarak Azak ve çevresi yeniden Osmanlılar’a geçtiği gibi, 1714’te de Karlofça Antlaşması’yla Venedikler’e geçen Mora kaleleri birer birer fethedildi. Ancak bundan endişelenen Avusturyalılarla 1716’da Petervaradin’de yapılan savaşın, Osmanlılar’ın mağlûbiyeti ile nihâyetlenmesi, Belgrad da dâhil olmak üzere Sava Nehri’nin kuzeyindeki toprakların kaybına neden oldu. Bu hezimetin ardından imzalanan Pasarofça Andlaşması ve İranlılarla sulh yapılması ile, Osmanlı tarihinde sonraları Lâle Devri diye anılacak olan, her anlamda yeniliklere sahne olan dönem başlamaış oldu
Bu barış ortamını, elli yılı aşkın süredir aralıksız devam eden harpler sonunda yıpranan orduyu kuvvetlendirmek, ülkedeki huzur ve asâyişi temin etmek için iyi bir fırsat olarak gören Sultan 3. Ahmed, aynı zamanda dâmâdı olan Sadrazâm Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa ile birlikte işe koyularak, ilk olarak ordunun modernizasyonu ile ilgilendi. Humbaracı Ocağı’nın ıslâhı için Baron de Todt davet edildi. ilk Türk matba’ası İbrahim Müteferrika tarafından tesis edilerek, önemli ilim ve kültür eserleri basımına başlandı. Yalova’da kâğıd, İstanbul’da çini ve kumaş fabrikaları açıldı. İmâr faaliyetleri arttırılarak pây-i tahtın bir çok yerinde kasırlar, yalılar, camiler ve çeşmeler yaptırıldı, tamire muhtaç olanlar yenilendi. İstanbul’daki ilim, kültür ve sanat çevrelerinin himâyesi sâyesinde de, her anlamda parlak bir devir yaşanmaya başladı.
Öte yandan bu devrede İran ile yapılan savaşlar neticesinde Gence, Nahcıvân, Hoy, Selmân, Kirmânşâh ve Nihâvend gibi şehirler fethedildi. Ancak Sadrazâm Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa’nın giderek despotlaşan idâresi ve hısım akrabasını önemli mevki’lere ta’yin ettirmesi, karşısındaki muhâlefet ateşini körüklemekte, “kâfir îcâdı” olarak adlandırılan yenilik hareketlerini tasvîp etmeyen ahâlînin tepkisi de günden güne büyümekteydi.
Nihâyet 1730’da muhaliflerin kışkırtmasıyla isyân bayrağını açarak, idâreden memnun olmayanları çevresine toplayan Patrona Halîl adlı şâki, İran Seferi’ne çıkmak istemeyen yeniçerilerin olaylara seyirci kalması sâyesinde, sefer hazırlıklarını teftîş için Üsküdar’a geçmiş olan Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis ve Sadrazâm Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa’nın yokluğunda şehrin denetimini ele geçirmişti. Böylelikle kısa zamanda büyüyen isyân ise, Nevşehirli Dâmâd İbrahim Paşa ile iki dâmâdının boğularak katledilmesine şâhid olan Sultan 3. Ahmed’in, 2 Ekim 1730 tarihinde tahtı terketmesi ile nihâyetlendi.
Tarihî kaynaklar, tahtı yeğeni Mahmud’a teslim ederken, “Vezîrine teslim olma. Dâ’imâ ahvâlini araştır ve beş-on sene birini vezârette müstakil istihdâm eyleme. Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gâyet tasarruf üzere ol. İşi kendin gör. Ele itimât etme. İşte benim ahvâlim, sana nasihât için kâfîdir. İhtiyaç sâhiblerine adâletle davran. Kimsenin beddu‘asını alma. Şehzâdegân sana emânettir. Oğlum; devlet işlerini baban ve ben başkalarına bıraktığımızdan bu durum başımıza geldi. Sen bizzât idâreyi ele al” şeklinde nasihâtte bulunduğunu nakletmektedir.
Saltanâttan çekildikten sonra Kafes Kasrı’nda ilim ve ibâdetle meşgul olmağa başlayan Sultan 3. Ahmed, 1 Temmuz 1736 tarihinde 63 yaşında iken vefât etmiş ve büyükannesi Hatice Turhân Vâlide Sultan’nın Yeni Cami’deki türbesine defnedilmiştir. Hassas ve İslâmiyet’e son derece bağlı mütedeyyin bir zât olmakla beraber açık fikirli ve vatanperver bir pâdişâh olduğu menkûldür. Âlim, şâ’ir ve hattatları her dâim himâye etmiş olduğu gibi, “Necîb” mahlâsı ile şi’irler dahi yazmıştı.
Eserleri
Ketebe.org İsmail Orman
Hüsn-i hatta da neredeyse üstâd mertebesine erişmiş olan Sultan 3. Ahmed, şehzâdelik eyyâmında ağabeyi Sultan 2. Mustafa ile birlikte Hâfız Osman’dan sülüs ve nesih dersleri almış, onun vefâtından sonra da şâkirdânından Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi’den istifâde etmişti. Bir hayli eser yâdigâr bırakmış olduğu celî sülüsteki mahâretini ise dönemin mümtâz celî-nüvislerinden biri olan Burusevî Mehmed Efendi’ye borçludur. Hatt-ı ta’liki ise ileride şeyhü’l-islâmlık makamına erişecek olan Veliyyüddîn Efendi’den meşketmiştir. Halen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde bulunmakta olan on adet tuğradan mürekkeb albümünden(H. 2280) tuğra tertîbiyle de uğraşmış olduğunu anlamaktayız.
Yine aynı yerde sülüsle muhârrer meşk murakka’ı bulunan Sultan 3. Ahmed’in Bâb-ı Hümâyûn önünde kendi nâmına ve Üsküdar İskelesi önünde annesi adına inşâ ettirmiş olduğu meydan çeşmelerinin kitâbeleri ile Topkapı Sarayı’da Arz Odası girişinde ve Taş Eserler Seksiyonu’nda bulunan besmele kitâbeleri, celî sülüsteki kudretinin delîlleridir. Yine Topkapı Sarayı’nda bulunan, ketebesini tuğra şeklinde koyduğu “Kelime-i Tevhîd” kitâbesi ise, zirve eseri olarak addedilebilir.
Ayrıca devrin meşhur müzehhiblerinden Tozkondurmaz Mustafa Ağa’ya tezhîb ettirdiği celî sülüs levhâları da Üsküdar’daki Yeni Vâlide ve Ayazma camileri ile Fâtih’teki Drağmân Tekkesi’ne hediye etmiştir. Mezkûr tekkenin kapısı üzerinde bulunan Muhammed Sûresi’nin 19. âyetini hâvî kitabe de ona aittir. Sütlüce’deki kasr-ı hümâyûnun harem kapısı üzerinde bulunan kitâbesi ise günümüze intikal etmemiştir.
Tahttan çekildikten sonra Kafes Kasrı’nda geçirdiği günlerde daha ziyâde mushâf-ı şerîf istinsâhı ile meşgul olmuş olan Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis’in, yazmış olduğu Kur‘an-ı Kerîm’lerden ikisini Ravzâ-i Mutahhara’ya vakfetmiş, birer tanesini de Sünbül Efendi Tekkesi şeyhi Nûreddîn Efendi ile Hâfız Paşa Cami imâmı Veliyyüddîn Efendi’ye hediye etmiş olduğu bilinmektedir.
Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Tuhfe-i Hattatin
Selâtîn-i Âl-i Osmân -eyyedallâhu’l-Mennân ve ebbede devlete-hum ilâ âhiri’z-zamân-hazretlerinden bi-hasebi’z-zât on yedinci şâh-ı agâh ve be-i’tibâri’s-saltanat yirmi üçüncü pâdişâhtır. “Ahmed-i Sâlis” (1084) târihinde Ramazân-ı Şerif’te Hacıoğlupazarı Kasabası’nda kadem-nihâde-i taht-ı vücûd olup “Ahmed es-Sâlis” (1115) târihinde Rebî’ü’l-âhir’in dokuzuncu çehârşenbe günü dârü’l-meymene Edirne’de birâder-i mihterleri hal’inden cülûs-ı hümâyûn buyurmuşlardır. Bi-kazâ’illâhi ta’âlâ hareket-i haşerât vukû’unda,
Yâ Rabbi bitüm ve bi-âlihi
Accil bi’n-nasri ve bi’l-fereci (1143)
beyt-i münfericesi târih vâki’ olduğu vak’a-i hevl-nümâda Rebî’ü’l-evvel’in on dokuzuncu şeb-i düşenbede pây-ı ferâğı dâmen-i uzlete keşide ve zâviye-i inzivâda sinîn-i adîde ârâm edip rıhlet-i ravza-i rıdvân ve ceddeleri Valide Sultân türbesinde vâlid-i mâcidleri ve birâder-i ekberleri civârında vedî’a-i hâk-i pâk kılındığı sâlin Safer’inin on dördüncü günü olup sâli dahi bu mısra’la mazbûttur:
Serîr-i pâk-i firdevs ola Sultân Ahmed’e me’vâ (1149)
Müddet-i saltanatları tamâmen yirmi sekiz seneden yirmi gün noksandır. Beyt:
Ey vâsıta-i nizâm-i ahkâm heme
Hâsıl zi-ser-i kilk-i tu şud kâm heme
neşîdesince hüsn-i hatt-ı sülüs ü neshte niçe esâtize-i kirâmın ta’limlerine lihâza-gîr-i iltifât olup ez-cümle Hâfız Osmân Efendi’den niçe ta’lîm görmeğe tenezzül buyurmuşlar. Merhûm u mağfur İmâm-ı Câmi’-i Mîr-âhûr Emir Efendi ve Hâce Mehmed Râsim Efendi ve sâ’irleri tercemelerinde inşâallâhu ta’âlâ ehl-i hatta eyledikleri ikram bir nebze yâd olunur. Hattâ bir meclis-i âlî akd buyurup üstâdân-ı zamanı da’vet ü iltifât ve hüsn-i hatlarıyla bir murakka’ı o meclise irsâl ve temâşâsına emr buyurup o mevkıf-ı tekrîmde müşârünileyhimâ Emîr Efendi ve Râsim Efendi ve sâhib-i Devha Suyolcuzâde Mehmed-i Necîb-i Eyyûbî ve Sultân Mehmed Câmi’i İmâmı Süleymân Efendi ve Bursalı Mehmed Efendi ve Şekercizâde Seyyid Mehmed Efendi ve ve Câbîzâde Abdî Ağa ve Vefâyî Abdî Ağa mevcûd olup mûmâileyh Râsim Efendi ve Kâzım Efendi ve Necîb Efendi’nin rnurakka’-ı hümâyûna sitâyiş-nâme târihleri kendi tercemelerinde mezkûrdur. Ve Seyyid Vehbî Efendi ve Nedîm Efendinin târihleri bu mahalde mastûrdur:Târih-i Seyyid Vehbî Efendi:
Mekârim-pişe Sultân Ahmed-i sâhib-ma’ârif kim
Mukârindür ana tevfik ü te’yîd-i Hudâ her gâh
Virilmiş zâtına kişver-küşâlıkla hünerverlik
Ezelde her kemâle mazhar itmiş Hazret-i Allâh
Hünerde fenn-i hatda kimse tanzîr idemez el-ân
Sarîh-i pâkinün hakk-ı edâsını idemez efvâh
Kemâl izhâr idüp bir nev murakka’ı eyledi tanzîr
Güşâd itdi fünûn-ı rem-i hat içre niçe şeh-râh
Elifler serv-kad mahbûba benzer sâdı ayn-ı hür
Safâ bulsa aceb midür temâşâ eyleyen âgâh
Sezâdur tâc-ı dil-dâre urulsa böyle bir târih
Dil-ârâ bir murakka’ yazdı Sultân Ahmed-i Cem-câh (1136)
Târîh-i Nedîm Ahmed Efendi:
Şehenşâhâ sana bir kâbiliyyet itdi ihsân Hak
Dilersen var Aristûlarla tarh-ı müdde’â eyle
Bu isti’dâd-ı zâtî kira sentin vardur nihâdunda
Okut İskender’i evvel elifden ibtidâ eyle
Utârid lâf ururmış hüsn-i hatdan âsumân üzre
Kalem al deste anun nây-ı kilkin bî-sadâ eyle
İdüp azm-i sefer geldi murakka' seyrine şimdi
Didi çarh ana kim var nûr-ı çeşmün rûşenâ eyle
O vâlâ-satrlar kim bir nefesde eyledün tahrîr
Sezâdur her birin âvîze-i tâk-ı semâ eyle
Eğer Şehzade Sungur sağ olsaydı ana dirdüm
Bunı seyr eyle de var hâmeni işkeste eyle
Cihânun şâhısın hattun da hatlar pâdişâhıdur
İdüp arz-ı hüner dâ’im cihâm pür-sadâ eyle
Eğer bir harfine taklide kadir var ise gelsün
Gürûh-ı ehl-i hatta cümle hünkârımı salâ eyle
Bu mısra’da Nedîmâ bendene hâtif didi târîh
Bu nâzük hatt-ı Sultân Ahmed’e bak da du’a eyle (1136)
Kitabet eylediği mesâhif-i şerîfeden birini ikrâmen Koca Mustafâ Paşa Hânkâhı’nda seecâde-gîr-i irşâd bulunan kerâmetli eş-Şeyh Nûreddîn Efendi(kuddise sırruhu’l-azîz)'e
Mîkuned saltanat fânî-i hod-râ bâkîPâdişâh! ki dileş mâ’il-i dervîşânest
neşîdesince hediye edip ve bir mushaf dahi Hâfız Paşa Câmi’i İmâmı Veliyyüddin Efendi’ye bahşedip câmi’-i mezbûrede rahle-zîb-i ta’zîm iken dûlâb-ı kütübe vaz’ olunmuştur. Dilâver Ağazâde Ömer Efendi Zeyl-i Hadîka’da, tahkiki üzere kendi hatt-ı hümâyûnlarıyla iki mushaf-ı şerif dahi Ravza-i Mutahhara’ye irsâl eyleyip ve ekser-i cevâmi’-i selâtinde mahalle münâsib birer satr celi hat tenmîk ve Kâtib-i Sır Tozkondumaz Mustafâ Ağa terbiye vü tezhibiyle âvîze vü ta’Iîk olunup ez-cümle re’îsü’l-cevâmi’ olan Ayasofya-i Kebîr’de “Re’su’l-hikmeti mehâfetullâh” ve Üsküdar’da vâlideleri Gülnûş Râbi’a Sultân hayrı olan câmi’-i şerifte “el-Cennetu tahte akdâmi’l-ümmehât” hadîs-i şerifleri emsâli âsâr-ı kalem-i muhteremleri ve Bâb-ı Hümâyûn pîşgâhında ve Üsküdar iskelesinde hayr-ı cârileri olan çeşmelerin târihleri ve Dırağman demekle ma’rûf Tercümân Yûnus Tekkesi’ni müceddeden binâ buyurup tevhîdhânenin dergâhı derûnuna kendi zâde-i tab’-ı âlem-ârâları olan bu beyt-i târihi:
Bu mısra’-ı târîh nutk u hattıdur Hân Ahmed’ün
Sultân Ahmed tekye-i tevhidi ihyâ eyledi (1142)
Ve bîrûnuna “Fa’lem ennehu lâ ilâhe illallâhu” kerîmesini kendi kalem-i i’câz-tev’emleriyle resm ü tastîr buyurmuşlardır ki, hayret-zede-i ukûl-i erbâb-ı kemâldir. Sonra zâde-i azadeleri sultân-ı zaman Mustafâ Hân-ı Sâlis dahi “tecdîd-i hânkâh” (1178) târihinde müceddeden bina buyurduklarında zaviye kapısına vaz’ ve târih tarafı taşrasına getirilmiştir. Hüsn-i hatt-ı ta’lîkte dahi Şeyhü’l-İslâm Veliyyüddîn Efendi’den Harameyn-i şerîfeyn teftişine me’mûr iken bir mikdâr ta’allüm ile resânende-i derece-i kemâl eylemişler idi. Ve Necîb mahlas-ı latifiyle eş’âr u tevârîh gibi âsârı dahi vardır. Şeyhâne bu ilâhîlerini makâm-ı acemde Dursunzâde beste eylemiştir:
Ey gönül sen matlab-ı a’lâyı tahsil itmedün
Var ise zâd-ı rehi ukbâyı tekmil itmedün
Ey gönül gafletdesin insaf kıl âyâ niçün
Sırr-ı “mûtû”ya vukûf hiç ta’cîl itmedün
Ey gönül bir dem leb-i ikbâ’ile misl-i Necîb
Kûşe-i seccâde-i irfânı takbîl itmedün