İsmail Hakkı Altunbezer
TuğrakeşFotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Hattât Mehmed İlmî Efendi’nin oğlu olarak H. 1293 senesi
Kurban Bayramı’nın şerîfesi sabahı (9 Şubat 1873) dünyaya geldi. Beş kuşağa
kadar hattat yetiştirmiş olan Trabzonlu bir aileye mensuptur. Aksaray’daki
Pertevniyâl Vâlide Sultan İbtidâ’î Mektebi’nde ve Fâtih Rüşdîsi’nde okuyup
şahâdetnâme aldı. Bu esnâda Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin şâkirdânından
olan babasından aklâm-ı sitte dersleri aldı.
H. 1308/M. 1890’da Dîvân-ı Hümâyûn Kalemi’ne mülâzım
olduktan sonra da Sâmî Efendi’den sülüs ve dîvânî celîleri ile tuğra meşketti.
Buradaki mesâîsi esnâsında Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin resim ve hâk şubelerine
devam ederek 1897’de birincilikle mezun oldu. Önce babasından ve daha sonra
Baha’eddîn Efendi’den tezhîb sanatının inceliklerini öğrendi.
Hüsn-i hattaki kudreti sâyesinde, resmî vazîfesinde terfi
ettiği gibi ilâve olarak H. 1316/M. 1898 yılında Üsküdar İdâdîsi’nin hüsn-i hat
ve Topkapı Rüşdîsi’nin resim muallimliğine tayin edildi. Bir süre sonra
Galatasaray Sultânîsi yazı muallimliğine nakledildi ve yedi sene hizmet etti.
H. 1330/M. 1912’de tayin edildiği İstanbul Dârü’l-mu’allimîni yazı
muallimliğine de on sene devam etti. Ayrıca İstanbul ve Üsküdar Kız San‘at ve
Numûne ibtidâ’îleri, İstanbul ve tekrar Galatasaray sultânîlerinde hüsn-i hat ve
resim hocalıklarını deruhde etti. Ayrıca Medresetü’l-hattatîn’in tesisinde
tayin edildiği tuğra ve celî sülüs muallimliğini, medresenin ilgâsına kadar
sürdürdü.
Sâmî Efendi’nin emekli olması sevki üzerine Dîvân-ı
Hümâyûn’da tuğrakeşliğe terfi etti. Cumhuriyetin ilanında, “Sizin vazîfenizin
mukabili bizde yokdur. Teka’ütünüzü isteyiniz.” dendiğinden emekliye ayrıldı.
1928’de Şark Tezyînî San‘atlar Mektebi’ne tezhîb muallimi ve ardından müdür
muavini oldu. Mektebin 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülmesi
üzerine Türk Tezyînî Sanatlar Şubesi’nin tezhîb muallimliğine getirildi.
Buradaki mesâîsi esnâsında hüsn-i hat ve tezhîb sanatlarının yeni nesillere intikali için hizmet veren İsmâil Hakkî Altunbezer, ayrıca eski yazıya olan vukûfundan dolayı mahkemelerde bilirkişilik yapardı. Son zamanlarında kanser illetine tutulduğundan 1945’te vazîfesini terketmek zorunda kaldı H. 20 Şa’bân 1365/M. 20 Temmuz 1946 tarihinde vefât ederek, Karacaahmet’te Tunusbağı Caddesi üzerinde medfûn bulunan babasının yanına defnedildi.
Eserleri
-
Celi SülüsH. 1362 / M. 1943
-
Celi SülüsH. 1363 / M. 1943-1944
-
Celi Sülüs
-
Celi SülüsH. 1363 / M. 1943-1944
-
Celi Sülüs, RumîH. 1362 / M. 1943
-
Celi Sülüs, RokokoH. 1365 / M. 1945-1946
-
Celi Sülüs, RumîH. 1344 / M. 1925-1926
-
Klasik Tezhip
-
Celi Sülüs, RumîH. 1344 / M. 1925-1926
-
Celi SülüsH. 1361 / M. 1942-1943
-
Celi Sülüs
-
Celi Sülüs, RumîH. 1355 / M. 1936-1937
-
Celi Divani
-
MuhakkakH. 1345 / M. 1926-1927
-
Celi Sülüs, TezhipH. 1362 / M. 1943
-
Celi SülüsH. 1365 / M. 1945-1946
-
Celi SülüsH. 1359 / M. 1940-1941
-
Celi SülüsH. 1358 / M. 1939-1940
-
Celi Sülüs
-
Celi Divani
-
Sülüs, DivaniH. 1342 / M. 1923
-
Celi SülüsH. 1344 / M. 1925-1926
-
Celi Sülüs
-
Celi Sülüs
-
Celi SülüsH. 1320 / M. 1902-1903
-
Sülüs, Hatt-ı İcaze
-
Celi Sülüs
Akrabalar
Hocaları
Talebeleri
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Yedi Gün Mecmu’ası muhârriri Kan Demir’e “Günlerimizin çoğu
mahkemelerde geçer. Yazı taklidi işlerine ehl-i vukûf olarak davet olunuruz.
Kırk senedir doğruyu yanlışdan ayırdedebilmek içün mahkeme mahkeme dolaşub
dururuz.” demişdir.[1]
Hakkî Bey merhûm ve sâ’ir erbâb-ı vukûf “doğruyu yanlışdan
ayırtedebilmekde” – şimdiki dille – olağanüstü mâhir ve o nisbetde mütecâsir
imişler ki, her çağrılan mahkemeye giderler ve önlerine konulan her yazı
hakkında bî-mühâba hükm-i kat’î verirlermiş.
Yedi Gün Mecmu’ası muhârririne “günde seksen tuğra çekdiğim
zemanlar az değildi.” demiş. Adetde yanlışlık olsa gerek. Başka şeyler çekilir
amma günde seksen tuğra çekilemez.
Zemanın en değerli hattatlarından, en kıymetli müzehhib ve ressamlarındandı. Sanayi’-i nefîsedeki istidâd-ı fıtrîsi, her eserinde kendini gösterir. Selîmiyye, Edirnekapusı (Mihrimâh Sultan), Zeynep Sultan, Abdî Subaşı ve Ağa camilerinin – kubbe içlerindeki – yazıları ve ellerdeki nefîs levhâları, yazıdaki kemâline birer şâhid-i âdildir.
[1] Bu maddî,
bi’l-hassa manevî mes’uliyeti mucib, tehlikeli bir işdir. Alınacak ücret,
yüklenilecek mes’uliyet yükünün binde birine tekâbül edemez. Beni mükerreren
mahkemeye davet etdiler, hasbe’l-kanun gitmeğe mecbur oldum. Diğer ehl-i hibre
ile beraber tedkikde bulunduk. Eski yazının tatbikinde bi’n-nisbe müşkilâta oğramadım.
Fekat yeni harfle yazılan yazıların birbirinden tefrik ve temyizi ile hükm-i kāt’î
vermekde su’ubete oğradım, muzdarib oldum.
Ketebe.org Uğur Derman
Altınbezer soyadını müzehhipliği dolayısıyla aldı. Nâdir
rastlanan bir fırça ve kalem hâkimiyetine sahip olduğu için bu yeni mesleğinde
de kolaylıkla eserler verdi. Ancak üslûbu itibariyle klasik yolun dışında kaldığından
haklı olarak tenkide uğradı.
İsmail Hakkı Bey aynı zamanda devrinin meşhur gül yetiştiricilerinden biri idi. Sanat hayatının en olgun devrini, eser vereceği yerde ne yazık ki geçim kaygısı yüzünden mahkemelerde bilirkişilikle tüketmeye mecbur kalmıştır.
İsmail Hakkı Bey’le Necmettin Okyay, mütehassısı oldukları farklı sanat şubelerinde daima biribirlerini tamamlayarak bir “Eski Türk Sanatları Akademisi”ne âdeta şahıslarıyla bedel olmuşlardır.
Diyanet İslam Absiklopedisi, 2, s. 544.
Ketebe.org İsmail Orman
Muhiblerinden Necmeddîn Okyay tarafından, babası Mehmed İlmî
Efendi’nin de hâl tercemesini içeren ta’lik hatlı mezartaşı kitâbesinin metni
şöyledir:
Hüve’l-bâkî
Hâza kabri’l-merhûm hattat Mehmed İlmî ve ibnihü hattat
İsmâ’il Hakkî el-ma’rûf bî-tuğrakeş-i Kalem-i Dîvân-ı Hümâyûn, gufirelehümâ
bî-hürmeti’l-Fatihâ.
Târih-i vefât-ı İlmî Efendi, sene 1342, 9 Cumade’l-âhire
Târih-i vefât-ı Hakkî Bey, sene 1365, 20 Şa’bân
Nemekahü Necme’d-dîn
Kitâbeden de anlaşılacağı üzere Türk hattatlar meyânında
“tuğrakeş” lâkabı ile iştihâr etmiş olan İsmâ‘il Hakkî Altunbezer, Dîvân-ı
Hümâyûn’daki mesâ’îsi esnâsında, kendi ifâdesine nazaran, günde seksen tuğra
çekmekteydi. Hüsn-i hatta zamanının fevkalade mâhir isimlerinden olduğu gibi
tezhîb, cild ve resim gibi sanayi-i nefîsedeki istidâd-ı fıtrîsi de üst düzeyde
olan İsmâ‘il Hakkî Altunbezer’in ilk reis-i cumhur mührünü hâkketmiş olması, bu
san‘attaki kudretine de işaret etmektedir.
Aklâm-ı sittede Hâfız Osman’ın, celî sülüste ise Mustafa
Râkım Efendi’nin izinden gitmiş olan İsmâ‘il Hakkî Altunbezer, daha ziyâde celî
sülüsle müsenna terkîbli yazılar üzerine yoğunlaşmış ve nice elvâh-ı nefise
vücûda getirmiştir. Ressamlığının etkisiyle âdeta birer tablo gibi işlediği bu
eserler, harflerin nisbetleri ve birbirleri ile olan tenâsübleri açısından hat
san‘atının şâheserleri arasındadır.
Bugün müze ve özel koleksiyonları süsleyen levhâların
hâricinde Mahmud Şevket Paşa Türbesi’nin cümle hutûtunu, Üsküdar Şemsî Paşa
Cami’nin kuşak yazısı ile (Edirnekapı) Mihrimâh Sultan, Zeynep Sultan ve Abdî
Subaşı camilerinin kubbe içlerindeki yazıları kaleme almış olan İsmâ‘il Hakkî
Altunbezer’in Lâleli, Bakırköy, Bebek ve Kamer Hatun camilerinde de levhâları
vardır. Ayrıca Beyoğlu’ndaki Ağa Cami ile Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki bazı
camilerin muhtelif yazılarını ve Ka’be Mu’azzama için Osmanlılar tarafından
gönderilen son kisve-i şerîfenin kuşak yazısını da o yazmıştır.
Yapılı bir adam olmasına rağmen, titreme gelmemesi için yazı
yazdığı sağ eli ile yük taşımadığı nakledilen İsmâ‘il Hakkî Altunbezer,
Necmeddîn Okyay ile birlikte eski Türk san‘atlarının yeni nesillere intikalinde
büyük hizmetlerde bulunmuş ve Akademi’nin simge isimleri hâline gelmişlerdir.
Nitekim buradaki mesâ’îsi esnâsında Mâcid Ayral ve Hâlim Özyazıcı gibi iki
değerli hattat yetiştirmiştir.
Tezhipte ve bilhassa kendine soyadı ittihâz etmiş olduğu
altın bezemeciliğinde de zamanının yeganesi olan İsmâ‘il Hakkî Altunbezer,
bunun yanında cilt, murakka, lake işçiliği ve mühür hakkinde de mâhir idi.
Hatta ilk reis-i cumhûr mührünü hakkeden de odur. Ayrıca resim sanatında da
mahareti vardı.
Muhiblerinden olan Süheyl Ünver tarafından hazırlanan mufassâl terceme-i ahvâli 1955 yılında neşredilmiş olan İsmâ‘il Hakkî Altunbezer, bir müddet gül yetiştiriciliğine de merak salmış ve Üsküdar’daki hânesini bahçesini gülistâna çevirmiş idi. İsmi hâlen aynı yerdeki bir ilkokulda yaşatılmaktadır.