Hatib Ömer Vasfi Efendi
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Hırka-i Şerîf Cami hatibi Eyüb Sabrî Efendi’nin
oğlu olarak H. 20 Cemâziye’l-evvel 1297/M. 30 Nisan 1880 tarihinde İstanbul,
Tophâne’de doğdu. Rüşdî ve idâdî tahsîlini tamamladıktan sonra Meşihât
Dâiresi’nin Eytâm Şu’besi’nde çalışmaya başladı. Bir yandan da Kazasker Hâfız
Mehmed Es‘ad Efendi’nin Sultan Ahmed Cami’ndeki dersine devam ediyor, akşamları
da Arabkirli Hüseyin Avnî Efendi’nin mutavvel dersine giriyordu.
Babasının 1899 senesindeki vefâtında, görevi peder-mânend usûlüyle kendisine tevdi edildi. H. 1322/M. 1905’te Es’ad Efendi’den icâzet-i ilmiye aldı. Ancak 31 Mart Vak’ası’nın ardından yaşanan gelişmeler üzerine Eytâm Şu’besi’ndeki vazîfesinden istifâ ederek, muhtelif mektep ve medreselerin Kur’an-ı Kerîm, hüsn-i hat, tarih ve coğrafya muallimliklerinde bulundu. Son zamanlarında amansız bir illete tutularak, Gurebâ Hastahânesi’nde tedâvîye alındıysa da, 26 Kasım 1928 tarihinde orada vefât etti. Eyüp’te Gümüşsuyu Kabristânı’nda medfundur. Muhiblerinden Necmeddîn Okyay, vefâtı münâsebetiyle yazdığı manzûmeye şu mısra ile tarih düşmüştür:
Göçdü yâ eyvâh! Ömer Vasfî’miz asrın Râkım’ı
Akrabalar
Hocaları
Ketebe.org İsmail Orman
Kendisini şahsen tanımış olan İbnülemin’in mütedeyyin, zekî
ve mizâha mâ’il olduğunu naklettiği Hatib Ömer Vasfî Efendi, çabuk küsüp, tez
barışan ve sözünü esirgemeyen tabi’âtı hasebiyle muhibleri tarafından “deli”
yakıştırmasıyla anılmıştır. Ancak hattatlar arasında, vazîfesinden dolayı
“Hatib Ömer” nâmıyla tanınmıştır. Bir tutkusu da yemek yapmak ve çevresine
ikrâm etmek olup kardeşi Mehmed Emîn Yazıcı gibi Mevlevî Târikatı’nın
müntesiblerindendi. Ayrıca nesir ve musıkîye de vukûfu vardı.
Hattat olan babasından dolayı yazıya âşinâ olarak büyüyen
Hatib Ömer Vasfî Efendi ilk hat derslerini Tophâne’deki Feyziye Rüşdiyesi’ndeki
tahsîli esnâsında, mektebin hüsn-i hat muallimi Çukurcumalı Abdülkadir Kadrî
Efendi’den almış, ayrıca Dîvân-ı Hümâyûn Beylikçiliği muavinlerinden Münîr
İsmetî Bey’den de dîvânî meşketmiştir. Daha sonra tekemmül için Azîz Rıfâ’î’den
ta’lik ve sülüs, Kâmil Akdik’den de sülüs ve dîvânî dersleri almış, ancak asıl
büyük tekâmülü, hocalarının da hocası olan Sâmî Efendi ile tanıştıktan sonra
göstermiştir.
Bilhassa sülüs celîsinde bir hayli müstefiz olduğu hocasının
yolunda ilerleyerek, emsâlsiz bir mukallidi hâline gelmiş olan Hatib Ömer Vasfî
Efendi, Sâmî Efendi’den ta’lik ve celî ta’lik de meşketmiş ve diğer
tilmizleriyle birlikte 1907 senesindeki toplu merâsim ile icâzet almıştı.
Necmeddîn Okyay ta’likle muharrer bir hayli âsârını müşâhede ettiğini
nakletmişse de, bugüne ulaşmadıkları anlaşılmaktadır.
Hocasının üslûbunu hakkıyla temsîl ettiği celî sülüsteki
kudretine bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nin bulunduğu Mekteb-i Nüvvâb
ve Ayazma İbtidâ’î Mektebi’nin kitâbeleri ile Sultan Mehmed Reşâd Hân
Türbesi’nin yazıları delîldir. Ayrıca Konya’daki Selîmiye Cami ile Kısıklı
Cami’nin kapıları üzerinde ve yine bu caminin önündeki çeşme ile Taksim Maksemi
yanındaki çeşmenin alnında bulunan celî sülüsle muharrer âyet kitâbeleri ile
Edirne’deki Hacı Âdil Bey Çeşmesi’ndeki yazılar da ona aittir.
Ser-asker Rızâ Paşa’nın Sünbül Sinân Türbesi’ndeki mermer
lahdi üzerinde bulunan yazıları da kaleme almış olan Hatib Ömer Vasfî
Efendi’nin, Üsküdar’daki Ayazma ve senelerce görev yapmış olduğu Hırka-i Şerîf
camileri ile müze ve özel koleksiyonlarda nice elvâh-ı nefîsesine tesâdüf
edilmektedir.
Bir diğer özelliği ise, çok fazla tashîhle çalışmış olmasıydı. Nitekim Sâmî Efendi, Çırçırlı Alî Efendi’nin Saraçhâne Cami’ndeki yazısını incelerken, “o senin gibi ikide bir yalayub yazanlardan değildir” diyerek, bu husustaki za’afını eleştirmiştir. Ancak genç denilebilecek bir yaşta vefât etmemiş olsa, şüphesiz daha fazla terakkî gösterip Türk hat san‘atının mümtâz sîmâlarından biri hâline gelebilecek kabiliyete sahip idi.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Cami’ ve sâ’ir bina kapularında ve dâhillerinde, türbe ve
çeşmelerde celî sülüs ve ta’lik kitâbeleri vardır. Küçük kardeşi Emîn Efendi
gibi güzel yazanlardan ve “hattat” ünvânına bî-hakkın lâyık olan
hüner-verlerdendi.
Necmeddîn Efendi dedi ki:
Otuz seneye kārib refâkātimizde sülüs ve nesih yazdığına tesâdüf etmedim. Yazdığı bir satır sülüs ile nesih Amme cüz’ünü fakire hediyye etmişdi. Fekat bidâyeti hâlidir. Sâmî Efendi’ye intisâb edince onun isrine ittiba’an ve onu takliden sülüs celîsi ile tevâggul ve teşehhür etmişdir. Epey ta’lik yazısını gördüm.
Musikî üstâdlarından Hüseyin Fahreddîn Bey merhûmun evinde bir gün mevlid cem’iyyetinde bulunmuşduk. Rahatsızlığından bahsetmişdi. Üç-dört gün evvel de – hasteliğimdan dolayı ziyâretime gelen – kardeşi, illetin ağırlığını söyliyerek ağlamışdı. Onlar yalnız kardeş değil, – benimle kardeşim erbâb-ı kemâlden Ahmed Tevfîk merhûm gibi – birbirinin yâr-i sâdıkı idi.
Merhûm, sözünü esirgemez, her istediğini söylerdi. Bu sebeble – kendini seven – âşinâları arasında “Deli Ömer” nâmı ile yâd olunurdu. Bayezid’deki müzehhiblerin sonu olan Safvet Efendi’nin dükkânında buluşan birkaç zât, deliliğinden bahsederlerken içlerinden biri “deliliği olmasa meziyyetli âdemdir” demesi üzerine Safvet Efendi “Ayol, onun asıl meziyyeti deliliğidir. Deliliği olmasa ne yapayım? ......me sürecek değilim ya!” demişdir.
Sâmî Efendi, bir gün hattat Hatib Ömer Vasfî Efendi’ye, Saraçhânebaşı’ndaki cami’in kapusının yukarısına Alî Efendi’nin yazdığı yazıyı gösterüb “Herif ustadır. Hele şu yazıya bak. Sakın birşeyine itiraz etme. O, senin gibi ikide bir yalayub yazanlardan değildir.” demişdir.