Muhsinzâde Seyyid Abdullah Bey
Fotoğraflar
Sanatkâr Hakkında
Sultan 2. Mahmud zamanı Istabl-ı Âmire müdürlerinden Mehmed Bey’in oğlu olarak, H. 1248/M. 1832’de İstanbul Kuruçeşme’de doğdu. Nesebi Muhsinzâde Dâmâd Mehmed Paşa’ya dayanır. 11 yaşında iken Beşiktaş’taki Kapıağası Mektebi’ne girip mektebin hocası Hâfız Mehmed Efendi’den sülüs ve nesih meşkederek icâzet aldı. “Acem” nâmıyla yâd olunan ve Sultan Abdülhamîd’e de muallimlik yapmış olan Alî Mahvî Efendi’den Farsça okudu. Eğitimini tamamladıktan sonra Sadâret Mektubî Kalemi’ne memur olduysa da bir müddet sonra istifa etti.
Şevkî Efendi’nin H. 1294/M. 1877’deki vefâtında, irâde-i seniyye ile Menşe-i Küttâb-ı Askerî hüsn-i hat muallimliğine ta’yin edildi. Ayrıca bizzat Sultan Abdülhamîd Han-ı Sânî tarafından “reisü’l-hattâtîn” ünvânı verildi. Bilâhare rütbe-i sâniyye sınıf-ı sânîsi ile üçüncü rütbeden Mecidî nişanı ile taltîf olunduğu gibi, Şifâ-i Şerîf tahrîrine me’mur edildi. Pazartesi günleri Menşe-i Küttâb-ı Askerî’ye gidip yazı talim eder, sâ’ir vakitlerini de Kuruçeşme’deki yalısında yazı yazarak ve bahçesindeki çiçekler ve ağaçlar ile uğraşarak geçirirdi.
Yine, bir gün yine bahçesi ile ilgilendiği sırada felç geçirip dört gün sonra, H. 12 Rebi’ü’l-âhir 1317/M. 20 Ağustos 1899’da, bir cumartesi akşamı vefât etti. Ertesi gün istimbotla Eyüp’e naklolunan cenâzesi Eyüp Sultan Türbesi civârına defnolundu. Mezartaşının kitâbesi şöyledir: Târikat-ı Âliyye-i Kadiriyye’den Reisü’l-hattâtîn Muhsinzâde es-Seyyid Abdullah Bey’in rûh-ı şerîfiyçün rızâ’en-lillâhil-Fâtihâ. Sene 1317
Eserleri
Akrabalar
Hocaları
Talebeleri
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Hattatlar İbnülemin Mahmud Kemal İnal
Uzun boylu, beyaz top sakallı, mütedeyyin, mü’eddeb, mükrim, müsâfir-perver, asil ve necîb bir zât idi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi merhûmun ileri gelen tilmizlerinden, yazının dikkat gerekdiren hususlarına vâkıf hattatînin önde gelenlerinden idi. Musikîye de intisâbı vardı. 26 Safer 1316[15 Temmuz 1898]’da bir Cuma günü ilk ve son def’a olarak yalısında üç-dört sa’at görüşmüş ve meclisinin letâfetini takdir etmişdim. O gün yazı ve musikîye dâ’ir uzun uzun görüşüldü.[1]
Refîk-i şefîki, üstâd-ı nâdirü’l-emsâl Mehmed Şefîk Bey’e dâ’ir ma’lûmât recâ etdim. Bazı beyânatda bulundu, kaleme aldık, kardeşim Ahmed Tevfîk Bey merhûm mekāle şeklinde yazdı. O esnâda birkaç arkadaşla neşretmekde olduğumuz Resimli Gazete’ye yazdık. Mehmed Şefîk Bey’e dâ’ir yazılan ilk mekāle odur. Abdullah Bey, refîk-i muhtereminin yazıdaki kemâl-i mehâretinden bahsederken “Biz, birbirimize ’üstâdım’ diye hitâbederdik.” dedi.
Hattat Beşiktaşlı Nûrî Efendi söyledi:
Şefik ve Abdullah beyler
bulundukca yazıya dâ’ir konuşurlarmış. Yanlarında yazıya nisbeti olmıyanlar
bulunduğu esnâda da suhbeti yazıya hasretdiklerinden üstâdları Mustafa İzzet Efendi, “Yazı ile münâsebeti
olmıyanlar, sözlerinizden sıkılırlar, aleyhinizde bulunurlar. Bu gibi âdemlerin
yanında onların da karışabilecekleri şeylerden bahsediniz. Yalnız kaldıkça
yazıya dâ’ir konuşunuz.” diye nasihat edermiş.
Kendinin terceme-i hâlini yazmak istediğimi söylediğimde ise; “İnsan, hayatda iken terceme-i hâlini yazar, yâhud yazdırırsa mezara girüb oradan konuşmuşa benziyor, bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Münâkāşaya ve ısrara lüzûm görmedim. Tertib etdiğim Hutut-ı Meşâhir Mecmu’ası’na bir yazı yazması hakkındaki recâmı – bazı zâtlar gibi naz ve girişmeğe girişmeden – derhâl kābûl etdi. Ne yazmak münâsib ise yazılub kendine gönderilmesini söyledi. Ertesi gün, şu Arebce beyit ile menzum tercemesini gönderdi:
Kâtib fenâ bulur yine âsâr-ı hâmesi
Bâkî kalır sâhife-i âlemde bir zamân
Reisü’l-hattatîn Muhsinzâde es-Seyyid Abdullah
28 Safer 1316[17
Temmuz 1898]
Bir gün sonra yazub
mecmu’ayı küçük oğlu – Şûrây-ı Devlet kâtiblerinden hattat – Mehmed Rahmî Bey ile i’ade etdi. Kardeşim Ahmed
Tevfîk Bey ve diğer bir zât ile ziyâret etdiğimiz günün gecesi yalıda
kalınmasını teklif etdiyse de kalmadık. Keşke kalsaydık. Öyle güngörmüş
hüner-ver bir zât-ı muhteremin suhbetinden pek çok istifâde ederdik.
Vefâtını müte’akiben Tercemân-ı Hakîkāt Gazetesi’ne[2] yazdığım mekālede menâkıb-ı cemîlesine tercemân olmuşdum.
Ketebe.org İsmail Orman
Daha sıbyân mektebinde iken hüsn-i hatta istidâdı görüldüğünden, hocası ile babasının tensîbi ile Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye devam etmeye başlayan
Abdullah Hamdî Bey’in yeteneğini daha
ilk derste görüp takdîr eden Kazasker
Efendi, o anda yanında bulunan şâkirdi Mehmed Şefik Bey’e de anlatmış, ikisi arasında
ölene kadar sürecek dostluk da işte burada başlamıştı.
Sadece bir senede
yazıda ilerleme kaydeden Abdullah Hamdî Bey’i
yanından ayırmayan Mustafa İzzet Efendi, onu mükemmel surette eğiterek
tekemmüle ulaşmasını sağladı. Onun önde gelen tilmizlerinden olarak, kısa
zamanda hüsn-i hattın dekayıkına vâkıf hattâtînden
biri haline gelen Abdullah Hamdî Bey,
dönemin kültür ve san‘at hayatının önemli simâlarından olan hocasının
meclisinde, hattın yanısıra edebiyat ve musikîde de emsâlsiz tecrübeler elde
ettiği gibi, vefâtında hocasının mezartaşını yazma şerefine de na’il oldu.
Hocasının vefatından
sonra da yazı arkadaşı ve refîk-i şefîki Mehmed Şefîk Bey ile yaptığı istişâreler neticesinde, hocasının çizgisinden ayrılmayan
kendine has üslubunu geliştirmeye muvaffâk olan
Abdullah Hamdî Bey, bu sâyede reisü’l-hattâtîn ünvânını
ittihâz eylemişti. En büyük meziyeti Türkçe
kelimeleri, her kalemde satıra uydurma becerisi olmakla beraber, celî sülüste üstâdının
ayarında değildir.
Neredeyse tümüyle
yazıya hasretmiş olduğu ömründe yüzlerce eser vücuda getirmiş olan Abdullah Hamdî Bey’in yazılarına müze ve özel
koleksiyonlarda sıklıkla tesadüf edilmektedir. Ayrıca Mahmud Paşa Yokuşu’nun
alt tarafında Hacı Köçek Cami’nin dış kapısı üstünde mahkûk
Sa’ati vâhidedir
ömr-i cihân
Sa’ati ta’ate
sarfeyle hemân
beyti ile bitişiğindeki çeşme üstündeki manzum kitâbe de ona aittir. Hırka-i Şerîf Cami’nde ve sâ’ir mahâllerde de büyük kıt‘ada levhaları bulunmaktadır. Ayrıca seçme âyetlerden oluşan H. 1282/M. 1865 tarihli bir cüzü görülmüş olup hatt-ı nesihteki kudretinin timsâlidir.